top of page

Sizlere 2018 yılında piyasaya çıkan kitabım hakkında bilgi vermek isterim.

​

1980 yılında,  600 denizci asker ile birlikte uçakla ABD’ne gidip 3 ay kaldık. Sonrasında ABD’den alınan iki muhrip ile ülkemize döndük. Gerek gidiÅŸimiz sırasında gerek ABD’de başımızdan çok komik ama bir o kadar da Türk insanının zekâ ve vatan sevgisini ortaya çıkaran olay geçti.

​

O dönemde yaÅŸadığım gerçek olaylardan esinlenerek “Savulun!.. Barbaros’un Torunları Geliyor.” ismiyle anılarımı kitap haline getirdim.  Bu kitap geçtiÄŸimiz günlerde basıldı ve satışa sunuldu. 250 sayfalık, okunması kolay, renkli olarak basılmış bir mizah kitabı. Yaklaşık 100 kadar deÄŸiÅŸik hikâyeden ve çizimlerden oluÅŸuyor.

​

Yazılmasının, bazı kesintilerle birlikte 6 yılımı aldığı bu kitapla; içimizin karardığı bir dönemde sizleri biraz olsun gülümsetmeyi amaçladım.

​

D&R, Remzi, Kabalcı, Nezih, Pandora, İnkilap, Emek gibi kitapevlerinin Internet Sitelerin de satılmaktadır.

​

Elimde az sayıda bulunan kitaplardan arzu edenlere, adlarına Ä°MZALI olarak posta ücreti de bana ait olmak kaydı ile  göndermekteyim. Bu konuda bir e-posta atmanız yeterlidir.

​

DesteÄŸiniz için ÅŸimdiden teÅŸekkür ederim. Umarım kitabımı da beÄŸenirsiniz.

​

Kitap aşağıda linki verilen İnternet sitelerinden istenebilmektedir.

​

1 Eylül 2020 den itibaren kitap e-book olarak ta temin edilebilir.  GOOGLE BOOKS dan kitabı e-book olarak temin etmek isteyenler için aÅŸağıdaki ilk link uygundur.

​

internet üzerinden satın almak isteyenler için diÄŸer bazı satış siteleri takip eden linklerdedir.

​

E BOOK OLARAK TEMÄ°N ETMEK Ä°STEYENLER :

https://play.google.com/store/books/details/Mehmet_ASAL_SAVULUN_Barbaros_un_Torunlar%C4%B1_Geliyor?id=Aln5DwAAQBAJ

​

INTERNET UZERÄ°NDEN SATIN ALMAK Ä°STEYENLER :

http://www.dr.com.tr/Kitap/Savulun!-Barbarosun-Torunlari-Geliyor/Mizah/Mizah-Romani-Oyku/urunno=0001719990001

​

http://www.idefix.com/Kitap/Savulun!-Barbarosun-Torunlari-Geliyor/Mizah/Mizah-Romani-Oyku/urunno=0001719990001

​

http://www.kitabinabak.com/kitap/savulun-barbaros-un-torunlari-geliyor--mehmet-asal--ikinci-adam-yayinlari--kbk--9786053062028

​

https://www.amazon.com.tr/Savulun-Barbarosun-Torunlar%C4%B1-Geliyor-Mehmet-Asal/dp/6053062022

​

https://www.kitapsec.com/Products/Savulun-Barbarosun-Torunlari-Geliyor-Ikinci-Adam-Yayinlari-235138.html

​

https://www.bkmkitap.com/savulun-barbarosun-torunlari-geliyor

​

 

https://www.gittigidiyor.com/kitap-dergi/savulun-barbaros-un-torunlari-geliyor-birinci-baski-imzali-mehmet-asal_pdp_549874210

 

​

​

​

  TÜYAP  FUARINDA KÄ°TAP Ä°MZA GÜNÜ

   FB SOSYAL TESÄ°SLERÄ°NDE KÄ°TAP Ä°MZA GÜNÜ

KABUS Bir Deprem Hikayesi

Yazarlar: Arsal Asal - Mehmet Asal

 

ÖNSÖZ: NEDEN BU HÄ°KÂYEYÄ° KALEME ALDIK?

 

Türkiye, dünyanın sismik açıdan en aktif bölgelerinden biri olan Alp-Himalaya kuÅŸağında yer almaktadır.

​

​

​

​

​

​

​

​

​

​

​

YaÅŸanan onca depreme, can ve mal kayıplarına raÄŸmen maalesef “Deprem Bilinci” toplumumuzda halen oluÅŸmamıştır.

​

Türkiye’de yaÅŸanan depremlerin tarihi sürecine baktığımızda; yıllara göre nüfus artış oranından daha fazla can ve mal kaybı olduÄŸunu görmekteyiz. Neden?

Bunun ana nedeni bina yapım tarzımız, bina stoklarımızın durumu, rant ve ekonomik sıkıntılar nedeniyle sürekli dikey yapılaÅŸmamızdır.

​

ABD’de yaÅŸarken hep ÅŸu ikilem dikkatimizi çekti. ABD kıyıları ve özellikle güneydoÄŸu kısmı kasırga ve fırtınalar bölgesi ama evlerin çoÄŸu prefabrik tipte hafif binalar. Alçıpanlarla yapılmış evler. Kasırgada paramparça olur ya da en azından çatıları uçar, evler parçalanır.

Türkiye ise deprem bölgesi ve fay hatları üzerinde bir ülke fakat biz hafif, pratik ve depreme dayanıklı evler yerine sürekli betonarme binalar yaparız.

​

Bina stokları deÄŸiÅŸik olsa; ne Türkiye’de depremlerde bu kadar can kaybı ne de ABD’deki Kasırgalarda bu kadar hasar olmazdı?

​

​

​

​

​

​

​

​

​

​

​

​

Tabii bunun bir nedeni de bizdeki fakirlik ve ekonomik güçlükler nedeniyle dikey yapılaÅŸma zorunda oluÅŸumuz. Bu tarz yapılaÅŸmanın en ucuz yönteminin de betonarme binalar olması.

Peki betonarme bina yapmak zorunda isek bunu sağlam ve depreme dayanıklı yapamaz mıyız? Elbette yapabiliriz.

​

Ne yazık ki, Türkiye’de 1980 öncesi yapılan binaların hiçbirinde “Deprem GüvenliÄŸi” hesabı yapılmamış çünkü o dönem de böyle bir kanuni zorunluluk yok. Buna mukabil inÅŸaat yapımında o kadar çok deniz kumu ve homojen olmayan elle karıştırılıp hazırlanmış çimento harcı kullanılmış ki, 80 öncesi inÅŸa edilen yapıların çoÄŸunluÄŸu güvenli deÄŸil.

1980-2000 yılları arasında Deprem GüvenliÄŸi nispeten dikkate alınmış ama bu defa da eski deprem yönetmeliÄŸi uygulanmış. Yani demek istediÄŸimiz o ki; örneÄŸin 25’lik olması gereken demir yerine 12’lik demir kullanılmış. Çimento CEM I 52,5 (Yüksek dayanımlı) olması gereken yerde bunun yerine CEM I 32,5 (DüÅŸük Dayanımlı) kullanılmış vb. gibi.

​

1999 depreminden sonra yeni yönetmelik yürürlüÄŸe girmiÅŸ ama bu defa da yönetmeliÄŸin uygulaması zaman almış, ancak 2002-2003’den sonra yaygınlaÅŸmış. Bu dönemde kontrol ve denetimler ne kadar saÄŸlıklı yapılmış? Onu da sizlerin takdirine bırakıyoruz.

Yani özetle; 1985 öncesi yapılmış binaların hemen tümü, 1985-2005 arası yapılmış binaların büyük çoÄŸunluÄŸu depreme karşı güvenli deÄŸil.

​

Bu durumda yapılması gereken ne? Cevap çok basit.

​

​

​

​

​

​

​

​

​

​

 

 

2000 öncesi inÅŸa edilmiÅŸ tüm binaların risk önceliÄŸine göre dönüÅŸüme sokulması, fay hattı üzerinde olanların ise yeniden yapılmayıp arsalarının yeÅŸil alan olarak bırakılması.

Ä°stanbul’da 7,5 büyüklüÄŸünde bir deprem beklenmektedir. Ä°stanbul nüfusu 16,5 milyondur. Sadece bir metropol olmasına raÄŸmen nüfusu dünyadaki 131 ülkeden daha kalabalık olan bir ÅŸehirdir. Türkiye’nin Marmara dışında meydana gelebilecek bir doÄŸal afetine diÄŸer ÅŸehirlerden çok büyük bir kitle yardımcı olabilecek iken, Ä°stanbul’da meydana gelebilecek bir afete aynı ölçüde destek olunabilmesi mümkün deÄŸildir. Ä°stanbul depreminde beklenen maddi kayıpların 120 Milyar TL olacağı hesaplanmaktadır.

​

1999 Ä°zmit ve Düzce Depremlerinde Yaklaşık 52.000 bina hasar görmüÅŸ, 20 000’e yakın da can kaybı olmuÅŸtur. Bu depremde binaların;

  • %70’i orta ve hafif,

  • %25’i ağır hasar görmüÅŸ,

  • %5’i yerlebir olacak ÅŸekilde çok ağır hasar alarak yıkılmıştır.

​

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hasarlı binaların da %45’i kullanılamaz hale gelmiÅŸtir.

Ä°stanbul’da meydana gelecek bir depremde Gölcük depreminin en az 5-8 katı can kaybı olacağını söylemek bir kehanet deÄŸildir. Bu da 100.000-160.000 arası insan kaybı demektir. Aslında nüfusa birebir oranlarsak bu sayılar 300.000-400.000’lere de ulaÅŸabilmektedir.

Ne yazık ki aradan geçen 20 yılda Ä°stanbul’da çok ciddi bir dönüÅŸüm ya da saÄŸlamlaÅŸtırma yapılamamış, yapılanlar da çoÄŸunlukla rant ile sınırlı kalmış, 1nci Derecede Deprem KuÅŸağındaki bölgelerde ciddi bir sistem uygulanamamıştır.

​

Gölcük merkezli deprem ile aynı büyüklükteki bir depremi Ä°stanbul’da yaÅŸadığımızda karşılaÅŸtığımız tablo çok vahim olacaktır.

​

2000’den sonra inÅŸa edilen binaların daha saÄŸlam yapıldığını varsaysak bile 7,5 büyüklüÄŸündeki bir depremde, Ä°stanbul’daki binaların sadece %57’sinin saÄŸlam kalabileceÄŸi tahmin edilmektedir.

​

​

​

​

​

​

​

​

​

​

​

​

Ä°stanbul ilinin %58’inin I.ve II. Derece, %42’sinin ise III. ve IV. Derece deprem tehlikesi altında olan bölgelerde bulunduÄŸu söylenebilir. Ä°stanbul’daki bina sayısı 1.170.000, toplam konut sayısı 4.575.000 dir. 7,5 büyüklüÄŸündeki bir depremde bu binaların ortalama;

  • %26’sının hafif,

  • %13’ünün orta,

  • %3’ünün ağır ve

  • %1’inin çok ağır hasar görmesi beklenmelidir. Yani 47 000 bina çok ağır ve ağır hasar, 152.000 bina orta hasar, 305.000 bina hafif hasar görecek, sadece 666.000 bina depremi hasarsız atlatacaktır.

 

Ağır ve çok ağır hasarlı binaların aldıkları deprem zararı onarılamayacak boyutta olmakta, bu hasar seviyelerindeki binaların yıkılıp tekrar yapılması gereÄŸi ortaya çıkmaktadır. Öte yandan orta hasarlı binaların da onarılmak yerine yıkılıp yeniden inÅŸası çoÄŸunlukla daha uygun olmaktadır.

​

Yani deprem sonrası yaklaşık 200 000 binanın yıkılıp yeniden inÅŸası gerekecektir. Bu da 600 000 hane sakininin sırf bu yüzden barınmasız kalması demektir.

Hafif hasarlı olanların da saÄŸlamlık testleri yapılıncaya kadar oturulamayacağı varsayımı, her hane halkı ortalama 3 kiÅŸi hesabıyla yaklaşık 2.000.000 kiÅŸinin ilk andan itibaren barınma yerlerine ihtiyacı olduÄŸu görülmektedir. Bu ihtiyaç sadece çadır olarak bile düÅŸünülse 700 000 çadır demektir. Hangi alana bu kadar çadır, kim tarafından ve nasıl kurulacaktır? Hele bir de Aralık, Ocak, Åžubat ayı ise.

​

Toplanma alanları, bir afet anında insanların güvenli bir ÅŸekilde ulaşıp temel ihtiyaçlarını karşılayabileceÄŸi mekanlar olarak tanımlanır. Bu alanların, afetzedelerin acil bir durumda temiz su, yiyecek, giyecek, barınma, temel tıbbi yardım ve psikolojik rehabilitasyon imkanlarına eriÅŸimini saÄŸlayacak ÅŸekilde tasarlanması gerekir.

​

Uluslararası standartlar, toplanma alanlarının kiÅŸi başı 1,5 metrekarelik alana sahip olmasını gerektirir. Nerede Ä°stanbul’da bu kadar alan? 3.000.000 m2 toplanma alanına ihtiyaç olacak. Üstelik içme suyu, barınma, tuvalet ihtiyacı nasıl karşılanacak bu alanlarda 2 milyon insan için? Onun için bu kadar barınma alanı bulmak yerine Ä°stanbulluların bir deprem sonrası evlerinde yaÅŸamaya devam edebilecekleri bir yapı stoÄŸuna sahip olmak zorundayız.

Yapılan hesaplar Ä°stanbul’da deprem sonrası 25 milyon ton ağırlığında enkaz ortaya çıkabileceÄŸini göstermektedir. Bu da 1.000.000 kamyon atık demektir. Hangi kamyonlarla? Hangi açık yollardan geçerek? Hangi iÅŸ makinaları ile ve nereye dökülecektir bu kadar atık?

Toplumda deprem bilinci; insanın yaÅŸadığı yerdeki deprem riskini tanıması ve depremden korunmak için yapılması gerekenleri bilmesi ve uygulayabilmesi olarak tarif edilebilir. Depreme karşı bilinçli olmak bu bilinci meydana getirecek doÄŸru bilgilerle donatılmanın yanı sıra depreme karşı nerede nasıl davranılması gerektiÄŸini belirleyecek doÄŸru tutumlara sahip olmayı da gerektirmektedir.

​

Bugün Ä°stanbul’da Inci Deprem Bölgesinde ikamet eden kime sorsanız alacağınız cevaplar üç aÅŸağı beÅŸ yukarı aynıdır.

  • Bizim apartmanın altı kayalık,

  • Temel kazılırken hep kaya çıkmış da inÅŸaat bilmem kaç ay uzamış,

  • Binanın müteahhidi (kızı, oÄŸlu, kardeÅŸi) burada oturuyor, saÄŸlam olmasa hiç oturur mu?

  • Nasıl olsa yakında dönüÅŸüme girer daha yeni e büyük bir daire alırız,

  • Babam temel atılırken görmüÅŸ kalın demirler, tonlarca çimento dökülmüÅŸ,

  • Yapılırken bilmem kaç tane kazık çakılmış,

  • Bizim ev radye general temel ve tünel kalıp. (Ama inÅŸa tarihi 1980 öncesi)

  • Depreme nerede yakalanacağın belli mi ki. (Evet belli %60-70 ihtimalle yaÅŸadığınız evde yakalanacaksınız, hele böyle pandemi dönemlerinde %90)

  • Vb. gibi onlarca masal.

  • ​

Bu arada binasının depreme dayanıklılık testini yaptırıp da çok kötü çıkmasına raÄŸmen evlerinin deÄŸeri düÅŸmesin diyerek bu raporları saklayanlar cabası?

Bu nedenle deprem bilincine sahip olmak sadece depremle ilgili temel bazı bilimsel gerçeklerin, deprem öncesi ve sonrasında nelerin yapılması gerektiÄŸi ile ilgili bazı genel kuralların ezberlenmesi demek deÄŸildir. Deprem bilinci, birey ve toplumda doÄŸru yer ve zamanda doÄŸru düÅŸünme, doÄŸru karar verme ve doÄŸru davranış ÅŸekilleri gösterme ile netice verecek derecede depreme karşı ÅŸuurlu olmayı ifade etmektedir.

​

Toplumda bu bilincinin artırılabilmesi için ilgili devlet kurumları, okullar ve sivil toplum kuruluÅŸları tarafından çeÅŸitli çalışmalar yürütülmektedir.

​

Sosyal medya, yazılı ve görsel basın aracılığı ile sürdürülen programlar; seminer, konferans ve deprem tatbikatları ÅŸeklinde verilen eÄŸitim programları toplumda bu bilinci artırmaya yönelik olarak baÅŸvurulan yaygın öÄŸretim yöntemlerinden bazılarıdır ama bunlar çoÄŸunlukla deprem olduktan sonra yapılması gerekenleri içermektedir.

​

​

​

​

​

​

​

​

​

​

 

 

1999 yılına kadar Türkiye büyük depremlerini hep doÄŸu bölgelerinde yaÅŸadığı için Türkiye’nin bu konudaki hassasiyeti çok bilinmiyor ya da önemsenmiyordu. Ancak 99 yılında Gölcük Merkezli meydana gelen ve Ä°stanbul’u da neredeyse 100 kilometre uzakta olmasına raÄŸmen Avcılar’dan Silivri’ye kadar olan bölgede yaptığı hasar biraz gözlerimizi açtı.

Aradan geçen 20 yılda Ä°stanbul’da ciddi bir dönüÅŸüm ya da saÄŸlamlaÅŸtırma ne yazık ki yapılamadı. Bugün geldiÄŸimiz durum bu nedenle oldukça vahim.

​

BoÄŸaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem AraÅŸtırma Enstitüsü ile Ä°stanbul BüyükÅŸehir Belediyesinin ortaklaÅŸa yaptıkları çalışma, Ä°stanbul için ne kadar vahim bir durum olduÄŸunu ilçe ilçe ve tüm ÅŸehir olarak gözler önüne serdi.

​

Biz de gerçek verilerden hareketle, Ä°stanbul ilinin bir ilçesinin bir mahallesini seçtik. YaÅŸanacak olan olası Ä°stanbul Depremini bölgede oturan bir aile ve sizlerle birlikte yaÅŸayarak bu defa depremden sonra deÄŸil de depremden önce neler yapılması gereÄŸi konusunda sizleri düÅŸündürmek istedik.

​

Bir an önce depreme dayanıklı evlerde ve yerlerde yaÅŸayan, bilinçli Ä°stanbulluların oluÅŸturduÄŸu bir metropole kavuÅŸabilme dileÄŸi ile…

​

​

Arsal – Mehmet ASAL

KABUS Bir Deprem Hikayesi

BU 50 SAYFALIK HÄ°KAYEYÄ° OKUMAK Ä°STERSENÄ°Z,

​

LÜTFEN

YUKARIDAKÄ° MENÜDEN

​

MAKALELER -  DÄ°ÄžER KONULAR BAÅžLIÄžINA GÄ°DÄ°NÄ°Z. HÄ°KAYEYÄ° ORADA BULACAKSINIZ. TeÅŸekkür ederim.

​

   ALTIN BOYNUZDAN GÖKYÜZÜNE
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

YAZAN : Arsal ASAL

(Bu hikayeyi 14 yaşında ENKA Okullarında okurken yazmıştır)
 

Ä°stanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı. Haliç Köprüsünün üzerindeyim. Mevsim sonbahar, ancak beklenenden erken solmuÅŸ bu yıl yapraklar. Hava ılık. Esen hafif lodos rüzgârı dalgalandırıyor saçlarımı, lodosla beraber buram buram deniz kokusu geliyor burnuma. Martılar uçuÅŸuyor etrafımda, seslerini duyuyorum. Nefes almaya baÅŸlıyorum. Sonra tutabildiÄŸim kadar tutmaya çalışıyorum nefesimi. YavaÅŸça bırakıyorum ardından, sanki o anı kaybetmekten korkarcasına. Her nefes alışım, zaman kavramımı alt üst ediyor. BulanıklaÅŸmaya baÅŸlıyor etraf birden. Her ÅŸey bir girdaptaymışım gibi etrafımda dönmeye baÅŸlıyor. “Altın boynuzun” ufkunda ben de siluetlere karışıyorum. Önce bir çocuk oluyorum, annesiyle babasının elini tutan. Elma ÅŸekeri diye mızmızlanıyorum. Henüz dışarıdaki dünya ile yüzleÅŸmemiÅŸ saf bir çocuk oluyorum. Sonra bir genç oluveriyorum. Dedikodu yapmaktan hoÅŸlanan, sınavlardan bunalan. Küçük risklerden memnun bir genç. Büyümeye devam ediyorum. Olgunlaşıyorum, artık bir yetiÅŸkin oluyorum. Ailem var. Farklı bir dünyam var. Enerjim yavaÅŸ yavaÅŸ azalıyor. Ä°çimdeki ışık azalıyor, eskisi gibi ısıtmıyor artık beni güneÅŸ. Sık sık geçmiÅŸin hayallerini görüyorum. Belki de geçmiÅŸin tekrarının olmayacağını anladığım için, dünyadaki son günlerimin tadını çıkarmaya çalışıyorum. DoÄŸum ile ölüm arasında geçirdiÄŸim sürede Beatrice’ine kavuÅŸmayı bekleyen Dante gibiyim.

 

Bir anda birinin dokunduÄŸunu hissediyorum. Adeta içimi eritiyor bu dokunuÅŸ. Gözlerimi açıyorum, etrafıma bakınıyorum ama hiç kimseyi göremiyorum. Etrafta kimse olmayınca o kadar büyük görünüyor ki Haliç Köprüsü, ister istemez ürküyorum.

 

YavaÅŸça yerden yükselmeye baÅŸladığımı fark ediyorum. Kalbim hızla çarpıyor, çok heyecanlıyım. Büyüleyici ÅŸehir Ä°stanbul ayaklarımın altında artık. Her ÅŸey, bir karınca kadar küçük gözüküyor gözüme.” Öldüm mü?” diye düÅŸünüyorum kendi kendime, ama her ÅŸey o kadar gerçek gibi görünüyor ki gözüme, bir baÅŸka gerçek olsa bile o gerçeÄŸi bilmek istemiyorum. EÄŸer bu bir rüya ise, bu rüyadan ayılmak istemiyorum. Hazır biraz uzaklaÅŸma ÅŸansını bulmuÅŸken, sürekli bir deÄŸiÅŸime ayak uydurmaya çalışan ülkemin insanları arasına dönmek istemiyorum. Uyanıncaya kadar, ayılıncaya deÄŸin, gidebildiÄŸim yere kadar gitmek ve keÅŸfetmek istiyorum. Zaman kavramı olmaksızın, tek başıma bu uygunsuz gerçeÄŸin pençelerinde oyalanmak istiyorum.

 

Ä°stanbul’u kanatlarımın altına almış uçuyorum gökyüzünde. Dikilitaşın üzerinden geçiyorum. Sanki eÄŸilip yol veriyor bana. Karşımda dev Yerebatan Sarnıcı. Karanlığa süzülüyorum. Kim bilir altında hangi hazineler saklı. Sarnıca dalıyorum. TaÅŸ merdivenleri ağır ağır iniyorum. Devasa mermer sütunların arasındayım, sesler duyuyorum. Korkudan hemen yandaki bir sütunun arkasına gizlenip merakla bakıyorum etrafa. Siyah gözlü, siyah saçlı güzel bir kadın görüyorum. Bu kadının yanında onu ne kadar kıskandığını ve bu yüzden cezalandırılması gerektiÄŸini söyleyen, kızıl saçlı bir ikinci kadın duruyor. Siyah saçlı güzel kadın “Athena, yapma!” diye bağırıyor.

 

Athena bir anda kollarını havaya doÄŸru açıyor ve hiç bilmediÄŸim bir dilde cümleler kurmaya baÅŸlıyor. O anda güçlü bir ÅŸimÅŸek çakıyor. Ben ne olduÄŸunu daha tam olarak anlayamadan, Gorgones’in üç kızından biri olan Medusa taÅŸa dönüÅŸüyor. Kime baksa anında taÅŸ eden Medusa artık kendisi taÅŸ oluyor. Saklandığım sütunun ardından çıkarak taÅŸa dönüÅŸmüÅŸ Medusa’ya bakmak istiyorum. Sarnıcın içinde, karanlığın arasında yeni gölgeler görüyorum. Siluetler beliriyor, korkuyorum! Kendimi yeniden merdivenlerde buluyorum. Hızla fırlayıp dışarı çıkıyorum.

 

Artık dışarıdayım. Bir anda ÅŸiddetli bir yaÄŸmur baÅŸlıyor, anlıyorum ki sonbahar kendini gösteriyor. YaÄŸmur biraz yaÄŸdıktan sonra aniden kesiliyor, gökyüzünden topraÄŸa doÄŸru kahverengi ve kızıl tonlarda yapraklar dökülmeye baÅŸlıyor. Kızılyapraklar, tıpkı Athena’nın saçları gibi. YaÄŸan yaÄŸmur da Medusa’nın taÅŸlaÅŸmış, artık akamayacak gözyaÅŸlarını simgeler gibi.

 

Kısa süren bir uçuÅŸtan sonra Üsküdar’dayım bu kez. Kız Kulesi’ne gelen teknelerin yanaÅŸtığı taÅŸ duvarın yanına doÄŸru yavaÅŸça iniyorum. Kız Kulesi’nin merdivenlerini tırmanmaya baÅŸlıyorum. Tam içeri girdiÄŸimde bir kadın görüyorum. Eski elbiseler giymiÅŸ, biraz yaÅŸlıca bir kadın. Görünmemek için, yanımda duran oymalı dolabın arkasına saklanıyorum. Az sonra odaya genç bir kız giriyor. Çok güzel giyinmiÅŸ, tam bir asil gibi. Prenses ile hizmetçi konuÅŸmaya baÅŸlıyorlar:

 

—Çok sıkıldım burada, artık Kostantinopol’e dönmek istiyorum.

—Prensesim biliyorsunuz, babanız sizi korumak için buraya getirdi. Bir rüya anlatılmıştı kendisine, hani bir yılan sokarak öldürüyordu sizi. Bunların hepsi o kötü kaderden korumak için.

—Yine de burada sonsuza kadar kalacağımı bilmek çok üzüyor beni.

Hizmetçi, prensesin moralini biraz düzeltmek için konuyu deÄŸiÅŸtiriyor. Prensese dönerek babasının bugün çok sevdiÄŸi siyah üzümlerden gönderdiÄŸini söylüyor. Sepeti ona getirmeyi teklif ediyor. Prensesin yüzünde bir tebessüm oluÅŸtuÄŸunu görüyorum gizlendiÄŸim yerden. Hizmetçi hızla aÅŸağı gidiyor ve dönüÅŸünde sepeti prensesin yanına bırakıyor. Prenses eline bir salkım üzüm alıp, yemeÄŸe baÅŸlıyor. Bu sırada sepette bir titreme görüyorum, korktuÄŸum ÅŸey oluyor diye düÅŸünüyorum. Prensesi uyarmalıyım, ama sesim çıkmıyor. Sanki içimdeki gizli bir güç, onu uyarmamı ve yılandan korumamı istemiyor, sadece izlememi söylüyor bana.

 

Yılan prensese yaklaşıyor ve keskin bir hareketle zehrini boÅŸaltıyor gencecik bedenine. Prensesin gözlerinden bir damla yaÅŸ düÅŸüyor yere, yüzü bembeyaz kesilmiÅŸ. Aniden önüme doÄŸru yığılıveriyor. Yılan, beni fark ediyor o anda. Geride tanık bırakmak istemezcesine bir hamle yapıyor. Kalbim yerinden fırlayacakmış gibiyken kendimi biranda dışarıda buluyorum.

 

Dışarıda lapa lapa kar yağıyor. Artık havalanmak istiyorum, kaçmak istiyorum bu uÄŸursuz kuleden. Bunu nasıl yapacağımı bilemiyorum. Çaresiz olduÄŸumu sandığım bir anda, sanki gizli bir el havalandırıyor beni.

 

Kış nasıl bu kadar erken geliverdi? Belki de bu dünyada mevsimler çok çabuk deÄŸiÅŸiyor. Yoksa bu kar, kaderinden kaçamamış prensesin saflığı ve masumluÄŸunu mu simgeliyor?

 

Nedense uçmak istemiyorum artık. Gökyüzünü hissettiÄŸim kadar toprağı da hissetmek istiyorum. Yürüyorum ancak niye o kadar hızlı yürüdüÄŸümü, hele her yer böylesine karla kaplıyken, bir türlü anlayamıyorum.

 

Birden karşıma Rumeli Hisarı çıkıyor. Rumeli Hisarı’nın dev taÅŸlar arasına gizlenmiÅŸ ağır tahta kapılarından içeri giriyorum. Bir anda etrafımda yüzlerce Yeniçeri olduÄŸunu görerek bedenen ve zihnen kilitlenip kalıyorum. Kimi askerler durmaksızın bağırıp koÅŸuÅŸturuyor, kimileri büyük toplar taşıyor saÄŸa, sola. Kimileri ellerinde kılıç hazır bekliyorlar. Dört ayda yapmışlar bu dev hisarları. Biri gözüme çarpıyor bu kargaÅŸada, ipekten bir kaftan giymiÅŸ, çok heybetli, genç bir adam, yirmili yaÅŸlarda. Bu adam diÄŸerlerinden farklı görünüyor, görkemli ve kartal gibi keskin bakışlara sahip. Herkes ona itaat ediyor. Yüzünü çeviriyor bana doÄŸru, tanıdık geliyor bu yüz bana, “Aman Allah’ım, yoksa Ä°stanbul mu fethediliyor?”

 

Kulakları sağır edebilecek yükseklikte top ve kılıç sesleri duyuluyor, uzaktan. Surların önündeyim ÅŸimdi. Birden arkadan gelen Balyemez Topunun güllesinin rüzgârı beni alıp surların içine götürüyor. Gülle hızla gökyüzüne doÄŸru ilerliyor. Etraf aniden hiç olmadığı kadar aydınlık oluyor. Bütün karlar bir anda eriyor ve rengârenk laleler açıyor her yerde. Yüzlerce, binlerce lale. Kelebekler, kuÅŸlar sarıyor tüm gökyüzünü. Ä°lkbahar gelmiÅŸ olmalı. Zafer çığlıkları duyuluyor, anlıyorum ki Ä°stanbul artık bizim.

 

Ayasofya’da buluyorum kendimi. Ä°lginç efsanesi geliyor aklıma hemen. Ayasofya bir adam boyu yükseldiÄŸi zaman, ustalar malzemelerin başında bir çocuÄŸu bırakarak yemek yemeÄŸe gitmiÅŸler. O sırada bir melek gelip, çocuÄŸa ustaların nerede olduklarını, neden hızlı çalışmadıklarını sormuÅŸ ve gidip onları çağırmasını söylemiÅŸ. Çocuk takımların başından ayrılamayacağı cevabını verince de ona, “sen git, ben burada sen dönünceye kadar beklerim” diye söz vermiÅŸ. Kurnaz ustalar bunları kendilerine anlatan çocuÄŸu bir daha geri göndermedikleri için de sözünden dönemeyen melek, o gün bugündür dilek taşının bulunduÄŸu sütunun içinde bekler, Ayasofya’ya gelenlerin dileklerini yerine getirirmiÅŸ.

 

 Mehmet Sultan bütün haÅŸmetiyle Ayasofya’ya giriyor. Ä°çeride bir sürü korkulu göz ona bakıyor. Haklarında vereceÄŸi hükmü titreyerek bekliyorlar. “Korkmayınız, bundan sonra da ibadetlerinize eskisi gibi devam ediniz” diyor. Ardından namaza duruyor. Merak ediyorum, melekten bir ÅŸey diledi mi acaba?

 

Hiç bitmemesini umuyorum bu gezimin, Ayasofya’dan gökyüzüne doÄŸru yükselirken. EÅŸi benzeri olmayan bir deneyim bu. AÅŸağıda bir ÅŸeyler görmeye çalışıyorum sisler arasında. Birden Topkapı Sarayı’nın yüksek duvarları beliriveriyor önümde.  “Bakalım burada beni ne bekliyor?” diye geçiriyorum içimden.

 

Bahar, Topkapı Sarayı’nı etkisi altına almış. Hareme doÄŸru ilerliyorum. Her yer ağır bir çiçek kokusuyla kaplı. Etrafta çok sayıda insan var. Bunlar padiÅŸah, sadrazamlar, ÅŸehzadeler, cariyeler ve diÄŸer saray görevlileri olmalı.

 

Bir kenarda ut eÅŸliÄŸinde saz dersleri veriliyor. DiÄŸer yanda kadınlar küçük çeÅŸmelerin etrafında dedikodu yapıyorlar.  Kızlar aÄŸaçların etrafında kovalamaca oynuyor. Yine tanıdık bir yüz çarpıyor gözüme. Herkes önünde yerlere eÄŸiliyor bu haÅŸmetli insanın. PadiÅŸah olmalı bu. Birbirinden güzel cariyeler ve iç oÄŸlanları ile çevrili etrafı. Heyecanlı, telaÅŸlı oldukları yüzlerinden okunuyor. Sıranın sonlarına doÄŸru, kızıl ve gür saçlı güzel bir kadın duruyor. Bu kadına dikiyor bakışlarını. Belli ki çok hoÅŸlanmış ondan. Yanına yaklaşıp ismini soruyor: “Roxelanne, efendimiz” diyor güzeller güzeli kızıl saçlı kadın. Sultan gözlerinin içine bakarak; “Bundan sonra senin adın, Hürrem olsun” diyor.

 

Topkapı Sarayının kapısına dayanmış tahta bir bisiklet duruyor. Önce çok tereddüt ediyorum bisikleti alıp almamak konusunda. Birden bir ses “al ve bin” diyor. O sesi dinliyorum ve binerek pedal çevirmeye baÅŸlıyorum. Bisiklet sanki motorlu bir taşıt kadar hızlı gidiyor. Hava oldukça ısınmış. Yüzüme çarpan sıcak havadan anlıyorum. Demek ki yaz gelmiÅŸ. Galata Kulesinin yanından geçerken Cenevizlileri görüyorum gemilerinin yelkenleri ile uÄŸraÅŸan. Burada muhteÅŸem kuleye çıkmaya karar veriyorum. EÄŸer Galata Kulesini ziyaret etmesem sanki bir ÅŸeyler eksik kalacak. Bugün her istediÄŸimi yapmalıyım gönlümce. Bisikletim yükselerek Galata Kulesi’nin tam üzerine geliyor. Tüm Ä°stanbul’a hâkim kuleden, bakarken bir ses duyuyorum yakınımda. Büyük bir kanat çırpma sesi bu. Bir adam yaklaşıyor, kanatlı bir adam. Selam verip tanıtıyor kendini. “Üsküdar’a uçacağım, bana eÅŸlik eder misin?” diyor. Hayretle açılmış gözlerimle konuÅŸamıyor, sadece başımla onaylıyorum onu. Artık onun kanatlarının altındayım.

 

Yol boyunca Ä°stanbul’u tanıtıyor bana. Kendi zamanının, 17. yüzyılın Ä°stanbul’unu. Bana gösterdiÄŸi saÄŸ yanıma bakıyorum Beyazıt kulesini, Süleymaniye’yi görüyorum. Bu dünya ÅŸehrinin deÄŸerini ve eÅŸsiz güzelliÄŸini bir kez daha anlıyorum. Günden güne betonlaÅŸan Ä°stanbul keÅŸke hep böyle kalabilseydi diyorum. Acaba bu mümkün müydü? Bunun cevabını bilmiyorum. Beni Dolmabahçe Sarayı’na getiriyor. Kapıya doÄŸru alçalıyoruz. TeÅŸekkür etme fırsatını vermeden, ait olduÄŸu yere, gökyüzüne doÄŸru uçmaya baÅŸlıyor. Sadece bir an için arkasını dönüp el sallıyor bana.

 

Dolmabahçe Sarayı’nın bahçesinde kalakalıyorum öylece. Bir anda gözümü parlak bir ışık alıyor, önümü göremiyorum. Işık huzmesinin içinden keskin bakışlı sarışın bir adamın bana doÄŸru yaklaÅŸtığını görüyorum. Bu adamın çakmak çakmak masmavi gözleri var. Kendinden çok emin bakıyor bana. Güvende hissediyorum kendimi birdenbire, bugüne deÄŸin hiç olmadığım kadar güvende. Gözlerim onun mavi gözleriyle kenetleniyor. Birbirimizi anlamamız için sözlere, kelimelere ihtiyaç yok. Gözlerimizle konuÅŸuyoruz kendisiyle. YavaÅŸça bana doÄŸru eÄŸiliyor ve başımı öpüyor. Elimi tutuyor ve ağır adımlarla yürümeye baÅŸlıyoruz. Bir anda bir rüzgâr esiyor, gözlerime tozlar doluyor. Bir elim bu muhteÅŸem insanın elinde diÄŸer elimle gözlerimi ovalıyorum. Gözümü açtığımda, ilk uçmaya baÅŸladığım yer olan Haliç Köprüsü’nde buluyorum kendimi.

 

Elimde bir sıcaklık hissediyorum, hala elimi tutuyor sımsıcak. Bana bir yeri iÅŸaret ediyor. Arkama bakıyorum, iÅŸaret ettiÄŸi yere doÄŸru. Gördüklerime inanamıyorum. Gün boyu gördüÄŸüm padiÅŸahlar, yeniçeriler, cariyeler, kanatlı adam, prenses ve tarihi yapımızın temellerini atmış herkes umut dolu gözlerle bana bakıyor.

 

Onlar geçmiÅŸti, ben ise geleceÄŸim.

 

Sarışın mavi gözlü adam, yavaÅŸça elimi bırakıyor. “Siz gençlere güveniyorum” diye fısıldıyor kulağıma.

 

Yazın bitimi, sonbaharın baÅŸlangıcını andıran bir havada, yavaÅŸça yanımdan uzaklaşıp doÄŸuya, Ankara’ya doÄŸru yükseliyor semada. Gitmesin istiyorum ama onunla mucizevî ışığı da uzaklaşıyor benden.  

 

Bir anda nefes alamıyorum. Etraf yeniden bulanıklaşıyor. Derin bir uykudan sarsılarak kaldırılıyormuÅŸ gibi hissediyorum kendimi. Sesler duyuyorum, insan sesleri! Nefes almaya korkuyorum. Hala umudum var, belki bir daha uçabilirim diye. Ama artık gözlerim açık.

 

YaÅŸamam gerekenleri yaÅŸadım kendimce. Belki bir rüya, belki bir hayal, belki asla tanımlanamayacak bir gerçekti yaÅŸadıklarım. Biz insanların mutlu olmak için sadece gerçeklere dayanmasına gerek yok. Bazen ilk bakışta imkânsız gibi görünen bir ÅŸeyi kovalamak ve onun için uÄŸraşı vermek, daha da güçlü kılar insanı. Ben buna inandım ve bakın neler yaÅŸadım.

 

Artık ne zaman kaybolduÄŸumu hissetsem, içimde açılan boÅŸluÄŸu doldurmak istesem, BoÄŸaz’a gidip Orhan Veli Kanık ile buluÅŸacağım. Beraber Pierre Loti’ye çıkacağız. Orhan Veli’nin de anlattığı gibi “Ä°stanbul’u dinleyeceÄŸim gözlerim kapalı”.

 

Arsal ASAL

bottom of page