Şiirlerim, anılarım..
EĞER
Eğer dünyaya yeniden gelebilseydim,
Çocuk kalmak isterdim hiç büyümeden,
Kolej sınavlarına da çalışmaz, doyasıya yaşardım gençliğimi.
Hep küçük kalırdım,
Belki de yaşlanmazdı etrafımda kimse böylece.
O zaman sevdiklerim de ihtiyarlamaz,
Ansızın ölmezdi Sevgili annem...
Eğer dünyaya yeniden gelebilseydim,
Akrabalarımı da seçebilmek isterdim, tıpkı dostlarım gibi.
Onları daha sık arar, hiç gönül kırmazdım.
Tüm insanların iyi yönlerini bulur, darılmazdım kimseye.
Ara sıra boş veren, çok gülen, sitemleri anlamayan biri olurdum.
Eğer dünyaya yeniden gelebilseydim,
Bu kadar çok üzmezdim kendimi yaptığım hatalar karşısında,
Büyüğümü yine sayar, daha da yakın dost olurdum onlarla...
Her zaman en iyiyi yapmaya uğraşmaz,
Dikkatli ve özenli de olmazdım şimdiki kadar.
Eğer dünyaya yeniden gelebilseydim,
Bazen de umursamazdım hatalarımı.
Tertipli ve düzenli olmazdım bu kadar,
Dağınıklığın da tembel zevkini yaşardım ara sıra.
Hiç rejim yapmaz ve daha çok profetirol yerdim.
Belki de dondurma olurdu yazın tek yiyeceğim...
Eğer dünyaya yeniden gelebilseydim,
Çocuk sahibi olmaz, böylece ona bir şey olur mu endişesi duymazdım...
İnsanları daha çok sevmeye çalışıp onlara güvenir,
Hiç yalan söylemediklerine inandırırdım kendimi.
Ama belki de,
Tüm insanlardan uzaklaşır, doğanın diğer canlılarıyla doldururdum benliğimi.
Böylece çevre ve trafik sorunlarını da yaşamaz,
Küfür etmezdim yolda beni sağlayan arabayla,
Genzimi yakan dumanı çıkaran fabrikaya...
Eğer dünyaya yeniden gelebilseydim,
Ölümü hiç düşünmez, ağlamazdım giden dostun ardından.
Yine aynı mesleği seçer miydim bilmem ama
Zevkli anlarını yaşamaya çalışırdım doyasıya ve
Her dakikasını üzülmeden geçirirdim hayatımın.
Oysa şimdi Dante'nin ortasını geçmiş biri olarak,
Ancak düşünebiliyorum bunları.
Belki de Vadeli Yaşam Hesabımın,
Kapanma günü gelmek üzeredir, kim bilebilir?..
Mehmet Asal
28.04.1993, Gölcük
İSTANBUL’UMU GERİ VERİN
Geri verin bana İstanbul’u mu, çocukluğumdaki saflığında,
Caddleri geniş ve boş, insanları birbirini tanıyan eski aydınlığında.
Misket oynayan arkadaşlarımı, şimşir topaçlı Necdet’i bulun bana,
Şişko Ceyhun getirsin meşin topunu, razıyım yine onun santrforluğuna.
Mehmet Ustanın karbüratör dükkânında yanık yağların ateşine konsun,
Çatala takılı sucuğumu yedirin bana, yanımda Turgut’ta olsun.
Abimle balığa gideyim Samatya’ya, o gizliden Bafra’sını tüttürsün orada,
Babama söylemeyeyim diye dönüşte bir Goralı yaptırsın Ferit Abiden bana.
Bakkal Hacı Ali’nin dondurmasını çevireyim, ayıklayayım Fahri’nin fındığını,
Bir külah dondurma ve bir avuç taze fındık ile alayım karşılığını.
Çukurbostan’da Deli Fatma’nın teneke evini taşlayalım, küfretsin yeniden,
Asım Özkan Öğretmenim kızsın bize, yüzümüz kızarsın derinden derinden.
Emekli ikramiyesiyle zar zor alınmış, Küçücük dairemizi verin geri,
Razıyım suları gene akmasın, Haseki parkından taşınsın içeri.
Kışın tavanı ıslansın üstteki Terastan aldığı yağmur suyuyla,
Varsın Türkan ablam yine çıkarmasın bizi terasına, o deli huyuyla.
Perşembe akşamları radyo tiyatrosu dinleyelim hep beraber arka odada,
Pazarları çayımızı içerken, Halit Kıvanç anlatsın maçları o minik radyoda.
Salı Pazarında çiğ börek yiyeyim 15 kuruşa, Yâda çıkmazsa o kadar param,
Sana sürülmüş şekerli ekmeğimi versin bana razıyım yine canım anam.
Okula giderken hep yolunu gözlediğim esmer Gönül’ümü,
Güzeller güzeli Süheyla öğretmenimi koyun yanıma alsın gönlümü.
İncecik sarmalar saran, ismi gibi Gülşen ablamı getirin yanıma,
Çektiği kahvesi mis gibi kokan Müyesser Teyzemi de bulun ne olur bana.
Annem sabah akşam falına baksın babamın habire,
Güzel şeyler söylesin aslında olmayacağını bile bile.
Kedimiz olsun sokaktan renkli, yine Demet koyayım adını,
Varsın bir Nisan sabahında yatağımda doğursun yavrularını.
Annem aniden ölmesin bir Ocak sabahında,
Babamla Pinikel bezik oynayayım yine günün ilk aydınlığında.
Söz veriyorum artık karışmayacağım babamın ne yediğine,
Tek isteğim 3 yaşından sonra ki halini de görebilsin torununun diye.
Hava karardığında komşu kızı Neşe ablam yine girsin koluma,
Dündar’a olan aşkını bana anlatıp dursun giderken evinin yoluna,
Kışın üstünde çaydanlık kaynayan, dışarıda buz gibi bir hava,
Kenarında küçücük kestanelerin piştiği sobamı da bulun bana,
Yemin ediyorum şikayet etmeyeceğim artık elimi yaksa da.
Yazın sabahtan gidip Florya plajına, akşam yine ıslak file ile döneyim eve,
Annem yoğurt sürsün yanan omuzlarıma, babam kızarak bakarken bize.
Tuncay’la kan anonsları yapalım evlerindeki mikrofonlu radyodan,
Ve karşıdaki madamların yeniden gözleri büyüsün korkudan.
Fevziye Teyzem mis gibi hamsi yapsın, İsmail amcam soğan kırsın yanına,
Camdan kızlara laf atalım dokunsa da bazı mahalleli gençlerin kanına.
Yine gizliden bakalım güzellere Pazar mecmuasının solgun sayfalarında,
Mine Mutlu, Arzu Okay süslesin hayallerimizi denizin dalgalarında.
Sapanla birbirimize taş atalım Sulukuleli çocuklarla, yaralım kafayı,
Vatan Lunaparkında bulalım karayı, ama yine alamayalım parayı.
Sinemaya gidelim Cumartesi öğlenleri dersten ayrılışta,
Turşucu Salim’in acı suları yaksın boğazımı oradan çıkışta,
Varsın yine öksüreyim ölürcesine bardağa her bakışta.
Tommiks’lerimi okuyup Suzi’nin hayali sevgilisi olayım yeniden,
Selma Teyzem uydurma tatlılar yapsın o güzel ellerinden.
Nihat Sultanahmet durağının borusunda onuncu barfiksini çekerken,
Gazete kâğıdına sarılı Şam tatlının şerbeti kazağıma aksın yerken.
Bir başkaydı benim İstanbul’um, ya da ben bir başkaydım önceden,
Geri verin bana eski İstanbul’u mu, ya da alın artık beni bu şehirden…
Mehmet Asal
15 Aralık 2006,İstanbul
Yeterli mi sanıyorsun,
Sadece insanları sevmeyi,
Tüm canlıları sevmelisin,
Eğer istiyorsan sevilmek.
Bir kedin olsun en azından,
Onun mutlu mırıltısını duymak,
Temizleyecektir tüm benliğini,
Bir an bile olsa tüylerini okşamak.
Aç bir köpeği doyurmak,
Hele yoksa korkun,
Biraz da başını okşamak,
Bil ki hazların en güzelidir.
İstersen bir tavşan sev,
Bulamazsan besle bir kuşu,
Yeter ki sadece sev,
Karşılık beklemeden sev.
Doğayı da sevmelisin,
Kaktüsü de gülü de aynı derecede,
Unutma ki karşılık beklemeden sevenler,
Mutlaka birileri tarafından da sevilirler.
Mehmet Asal,
19.5.2007, İstanbul
ANKARA'NIN KIŞ GECELERİ
Bilir misiniz ben hiç sevmem başkentin kış gecelerini,
Soğuk bir Ankara gecesinde aldım acı haberini,
Bekâr evimin buz gibi odasında gece yarısı yankılanan,
Hala unutamadım telefonun çınlayan o korkunç sesini.
Dünyanın en acı haberini verdiğini söylüyordu babam,
Oysa bir hafta önce kutlamıştık 86 yılbaşını, ne mutluydu anam,
Nerden bilecektim ki bu son görüşüm olacaktı o nurlu yüzünü,
Bilseydim hiç dönmezdim Ankara’ya, belki dururdu zaman…
Dua ettim durdum yol boyunca, haber yanlış olsun diye,
Kirli bir İstanbul sabahı Topkapı’ya indim şişmiş gözlerle,
Bir selam bile veremeden Fındıkzade dedim taksiye,
İçimde bir daha hiç sarılamayacak olmanın kederli özlemiyle.
Çukurbostan’da ki evimizin kapısında görünce o yeşil arabayı,
Anladım haber doğruydu, göremeyecektim artık Yıldız anayı..
Güneşli ama soğuk bir Ocak günü kazılmış mezarının başında,
Unutamam hiç aklımdan çıkmayacak o hüzün dolu manzarayı.
Veysel’in kara toprağı hiç sormadan almıştı anamı benden,
Çok ani olmuştu bu ayrılış nereden bilebilirdim nereden,
Zalim Azrail niye aldın daha ellisinde anamı,
Asla unutma, bir gün hesabını soracağım bunun senden…
Elimden tutup beni ilkokula götürüşü geçti gözümden,
Her dediğini yaptı bir gün bile çıkmadı babamın sözünden,
Elde yıkadı çamaşırı bulaşığı, bir memur maaşıyla geçindirdi,
Dört evlat yetiştirmek için vazgeçti kendi özünden.
Sünnet öncesi Eyüp Sultana götürüşü hala özlemimde,
Fotoğrafçının kapağı açışı ve verdiğimiz poz gözlerimde,
Başımda şapka, kısa pantolon ve ayaklarımda lastik ayakkabı,
Korkumu yenmek için moral verişini unutamam sözlerinde.
Bir gün bile kola yapmadan giydirmedi gömleğimi elbisemi,
Martıları kıskandırırcasına hazırladı bembeyaz tüm giysilerimi,
Doyurmak için dört çocuğu, yetiştirmek için altı kişinin işini,
Bir gün bile hamal tutmadan kendi yaptı pazar alışverişini.
Yıllarca suyu akmayan evimize su taşıdı köşedeki çeşmeden,
Kırkına kadar buzdolabı göremedi içemedi soğuk bir su şişeden,
Kendi aldı odunu, kendi kurdu sobayı her kış yeniden,
Tersyüz etti elbisesini, pençeletti ayakkabısını bir of bile demeden.
Ey melekler! Size sesleniyorum ne olur bilin onun kıymetini,
Ölmeseydi böyle apansız ben de bilemezdim gerçek değerini,
Onu çok özlüyorum, hayali gözlerimde, sayıklıyorum adının hecelerini,
Sanırım neden sevmediğimi anladınız artık, Ankara’nın kış gecelerini……
Mehmet Asal
27 Şubat 2007, İstanbul
CANDAN ARSAL'IMA
Yıllarca sürdüm sefasını bekarlığımın,
Bilemedim sıcaklığını eşsiz bir yuvanın,
Eşimi tanıdım bana Candan bir yoldaş,
Kızımı verdi bana her gün arkadaş.
Ararım sandım önceleri eski bekar günlerimi,
O kadar mutlu geçti ki sayamadım senelerimi,
Kızım için şarkı besteledim doğduğunda,
Pişmanım müzisyen olup ta senfoni yazamadığıma.
Eşimi her zaman yanımda gördüm Candan,
Ne güzellerle oldum, bir an için bile vazgeçemedim ondan,
Tek günlük ayrılıklarda bile iple çektim yolunu,
Son günüme kadar bırakmayacağım kolunu.
Eşim ve kızım oluşturdu mutluluğumun temelini,
Diliyorum Tanrı’dan herkese versin emelini,
Hayatta en güzel şey mutlu bir aile kurmak,
En mutlu şey aradığı huzuru yuvasında bulmak.
Tanrıdan tek dileğim sürdürsün bu huzurumu,
Zamanı geldiğinde sırasız almaması ruhumu,
Yeniden doğuşa inananlar, benim gibi,
Yeni yaşamında da bulacaktır beklediğini.
Mehmet Asal
23 Mart 2007, İstanbul
Şayet yoksa bu dünyada bir ablanız,
Bilin ki bir gün çok yalnız kalacaksınız,
Abla ana yarısı, kardeşlere verdiği büyük emek,
Abla can demek, sevgi demek, şefkat demek.
Anneniz çabuk yıpranıp bu dünyadan ayrılırsa erken,
Birden boşluğa düşersiniz, ne yapacağım derken,
Böyle günlerde şükredersiniz bir ablanız olduğuna,
Şahit olursunuz abla sevgisinin kalbinize dolduğuna.
Ne zaman bir sıkıntıya düşseniz ilk koşan odur,
Sizi neşelendirip kederinizi unutturan da budur,
Görünce hissedersiniz içinizin sımsıcak dolduğunu,
Dar zamanlarda anlarsınız ablanın ne demek olduğunu.
Eğer şanssızsanız ve yoksa bu dünyada bir ablanız,
Tek başınasınız demektir bu evrende oldukça yalnız,
İnanıyorsanız yeniden doğuşa, bir başka bedende,
Bir kız kardeş dileyin Tanrı’dan, doğsun sizden önce.
Dizelere sığmaz abla kalbini ve sevgisini anlatmak,
En büyük hazzımdır candan bir ablaya sahip olmak,
Mutlu kılar insanı onun ilgi ve sevgisine erişmek,
Abla can demek, sevgi demek, şefkat demek…
Mehmet Asal
12.3.2007, İstanbul
ÖZLEDİM BABAM SENİ ÇOK ÖZLEDİM
Yazlık sinemanın kirli beyaz duvarında o filmi görünceye kadar,
Hiç düşünmemiştim bir gün bu kadar uzaklarda olabileceğini,
Çok güçlüydün sen, sesin bile titretirdi camları perdeleri,
Sanırdım ki asla eskitemezdi seni geçen hoyrat zaman.
En çok beni severdin, ya da belki öyle söylerdin,
Diğer babalar gibi değildin, sevgini de belli ederdin,
Her öptüğünde kolumla dudağının ıslağını silerdim,
Razıyım yanağım hep ıslak kalsın, yeter ki sen dön baba.
Adam gibi adamdın Kemal, sen benim babamdın,
Asla vazgeçmeyip, doğrudan yana durandın,
Coşkuyla sever, hak edeni insan gibi överdin,
Yeri gelince, karşındakini tam on ikiden vurandın.
Annem cennete gittiğinde, en çok sen üzülmüştün,
Yuvada mutluluk bitince, nasıl da süzülmüştün,
Sen hep anamı, ben se sizleri hiç unutamadım,
Çık gel bayram olsun dünyam, seni çok özledim babam.
Bir şeye inandın mı, sonuna kadar savunandın,
Yanlış yapan Vali olsa, sen yüzüne ilk vurandın,
İlkelerin vardı, kimseler bir anını bile satın alamadı,
Seni hafife alıp gülenler, dostlarından yandaş bulamadı.
Sana bazen cimri, bazen pinti dediler,
Ama cebinde bir simit parası var mıydı bilmediler,
Akıllarınca seni kendi seviyelerine indirgediler,
Sen doğadaki aslan gibi, onurunla yaşadın baba.
Oyun oynamayı severdin, kaybetmek se seni üzerdi,
Bir tek seni ben yendiğimde, yüzün yine gülerdi,
Unutamadım satrançta, vezirini daha baştan çıkmanı,
Çok özledim seninle oynamayı, ne olur çık gel baba.
Sen onurun, kimliğin ve beyninle akıllı yaşadın,
Dünya malına tamah etmeden, elindekiyle yaşadın,
Seni ottan ayıran temizlik ve beyazlığın buydu,
Şu kirli dünyadan çekip gitmen var ya, belki en doğrusuydu.
Matematiğin mükemmeldi, her şeyde ispat isterdin,
Hoca yanlış tefsir yapsa, cami içinde doğrusunu söylerdin,
Üç lisan bilmene rağmen tevazuu hiç bırakmadın,
Daha sana soracağım çok şey var, bir gün dön gel baba.
Dört okumuş evlat yetiştirdin, alın terin ve tek bir maaşla,
Beş kuruş haram sokmadın yuvana ve ocağında pişen aşa,
Ecel geldi mi bir kez, Azrail bakmıyor yaşa başa,
Gittiğin Firdevs cennetinde yerin hep daim olsun baba.
Bulut ardındaki güneş bile, artık yakmaya yetiyor tenimi,
Yağmur inceden bile yağsa, ıpıslak yapıyor bedenimi,
Hayat hoyrat, insanlar acımasız bir gölge arıyorum çoğu zaman,
Bir görün ya da sesini duyur, seni çok özlüyorum babam.
Mehmet Asal, Mart 2012
İstanbul
AĞABEYİM FIRAT ASAL’A
Bir ağabeyim vardı benim, boylu, poslu yakışıklı,
Kalbi temiz, yüzü hep güleç, sevecen bakışlı.
Gittiği yerlere neşe dolar, herkes etrafında,
Cömert, mert, nükte dolu dilinden bal akışlı.
Çocukların en büyüğü oydu, her şey ona soruldu,
Aldı çıkınını eline İstanbul’a okumaya koyuldu.
Kanı kaynayan, cesur, vatansever bir delikanlı,
27 Mayıs öncesi tutuklanıp birkaç gün de hapse kondu.
Verem geçirdi yurt köşelerinde tek gün olsun yılmadı,
Elinde Bafra paketi bir türlü kenara koymadı.
Çalıştı, çabaladı sonunda oldu yüksek mimar,
Yeter deyip araştırıp öğrenmekten hiç bıkmadı.
İlk projesi Edirnekapı semtindeki bir mezardı,
Bu yüzden kendiyle dalga geçenlere çok kızardı.
Zekiydi, muhakeme eder her şeyde ilim ve bilim arardı,
İnanmadığı tek şey hurafe, büyü, fal ve nazardı.
İyi satranç, bezik oynar ve okumayı çok severdi,
Beşiktaş’ın maçı oldu mu hiç kaçırmaz giderdi.
Her akşam yatak başucunda en az 4-5 kitap,
Bir saat bile olsa okumadan yatmayı hiç sevmedi.
İnatçı idi, kolay ikna olmaz saatlerce kapışırdı,
İçkili muhabbeti çok sever sonunda barışırdı.
Bumbar, kadınbudu ve kuru patlıcandı onun favorileri,
Pilakiye salça konulur mu diye bile tartışırdı.
Aras ve Karadumanlarla beraber kurdu ASKA’yı,
Nereden bilecekti boynuna takmıştı tasmayı.
Yıllarca öncülük etti taşıdı tüm ortaklarını,
Yine de tam olarak alamadı hak ettiği lokmayı.
Geç evlendi sonunda oldu çok iyi bir baba,
İki evladı oldu ama felek doyurmadı onlara.
Erken ayrıldı dünyadan süremedi bir sefa,
95 Şubatında 54 ünde dünyaya etti veda,
Ne kadar üzücü olsa da bu beklenmedik ayrılık,
Tek tesellim var o da ağabeyimdi bu güzel varlık.
(Milli Satranç Hakemliği ve Öğretmenliği yaparken satrancı sevdirmek amacıyla çocuklar için yazdığım şarkı)
SATRANÇ TÜM SPORLARIN EN GÜZELİ,
ONUN TARİHİ OLDUKÇA EZELİ,
OYNAMIŞ KRALLAR BEYLER, ÇALIŞMIŞ HEP TÜM BEYİNLER,
HEY HEY HEY HEY SATRANCI SEVERİZ
OY OY OY OY HAMLELER DENERİZ…
HER OYUNCUDA 16 TAŞ VARDIR,
BİR TARAF SİYAHSA, KARŞI BEYAZDIR,
BEYAZ KARE GELİR SAĞA, DİKKAT ETMELİ HEP BUNA,
HEY HEY HEY HEY SATRANCI SEVERİZ
OY OY OY OY OYUNLAR DENERİZ…
ŞAHTIR EN KIYMETLİ TAŞIN İLK ADI,
HERKES KORUMAK İÇİN ÇALIŞMALI,
HER YÖNDE BİR KARE GİDER, GÖRENLER BAŞINI EĞER,
HEY HEY HEY HEY SATRANCI SEVERİZ,
OY OY OY OY TUZAKLAR DENERİZ…
PİYONLAR İSE SATRANCIN NEFERİ,
HERBİRİNİN BİR PUANDIR DEĞERİ,
DÜZ GİDER ÇAPRAZ ALIR, SON SIRADA TAÇLANIR,
HEY HEY HEY HEY SATRANCI SEVERİZ,
OY OY OY OY ROKLARI DENERİZ…
KALE YAN VE DİK ŞEKİLLERDE GİDER,
KUVVET GÜCÜ BEŞ PİYONA EŞDEĞER,
DURUM UYGUNSA EĞER, ROK YAPIP YANA GİDER,
HEY HEY HEY HEY SATRANCI SEVERİZ
OY OY OY OY MATLARI DENERİZ…
FİLİN HAREKETİ DAİMA ÇAPRAZ,
BAZEN DÜŞER OLUŞTURUR BİR AÇMAZ,
BİRİ SİYAH BİRİ BEYAZ, 3 PİYON EDER ENAZ,
HEY HEY HEY HEY SATRANCI SEVERİZ
OY OY OY OY HAMLELER DENERİZ…
ATLAR HERZAMAN GİDERKEN ” L “ YAPAR,
ENGEL TANIMAYIP ÜSTÜNDEN ATLAR,
BİR AT BİR FİLE DEĞER, HERBİRİ ÜÇ PİYON EDER,
HEY HEY HEY HEY SATRANCI SEVERİZ
OY OY OY OY OYUNLAR DENERİZ…
TAŞLARIN EN KUVVETLİSİDİR VEZİR,
VEZİRİ KAYBEDEN OLURMUŞ REZİL,
DOKUZ PİYONA EŞDEĞER,İSTEDİĞİ HER YÖNE GİDER,
HEY HEY HEY HEY SATRANCI SEVERİZ
OY OY OY OY TUZAKLAR DENERİZ…
HEM BİR SPOR HEMDE OYUN TANIDIK,
SONUÇTA MAT GEREKİR MİŞ ANLADIK,
BOŞ ZAMANLARI DEĞERLE,SATRANÇ OYNARKEN İLERLE,
HEY HEY HEY HEY SATRANCI SEVERİZ
OY OY OY OY HAMLELER DENERİZ…
Mehmet Asal
Nisan 1999, İstanbul
SEVGİLİ TUNCAY KARDEŞİME
Ne güzel günlerimiz oldu, sanki iki öz kardeştik seninle.
Nasıl dolacak bu yerin, bıraktığın boşluk kalbimde,
Anılarım taptaze 60’lı yılların okul günlerinde,
Benim can kardeşim, mekânı cennet Tuncay kardeşim.
En sevdiğim çocukluk arkadaşım, yüzün her an gözümde,
Nezaket, sevgi, saygı vardı yaptığın her işin özünde,
Onurlu, dürüst, yardımseverdin senin yerin her gönülde,
Benim can kardeşim, mekânı cennet Tuncay kardeşim.
Ailenin tek çocuğuydun, okuduğun okulların gururuydun,
Ana babana kanat gerer, merhametli ve sevgi doluydun,
Tanrı yolunda imanlıydın, tüm çevrene karşı iyiydi huyun,
Benim can kardeşim, mekânı cennet Tuncay kardeşim.
Pırlanta gibi iki evlat yetiştirdin çok sevdiğin yurduna,
Zekâ ve çalışkanlığınla benziyordun bir Kitap Kurduna,
Çok sevdiğin Anne ve babana kavuştun vardın ömrün sonuna,
Benim can kardeşim, mekânı cennet Tuncay kardeşim.
Kabrin çiçeklerle dolu her yanın nur içinde olsun,
Sevap defterin yaptığın hayır ve iyiliklerle dolsun,
Dualarım seninle melekler hep yanında ruhun şad olsun,
Benim can dostu, mekânı Aden cenneti Tuncay kardeşim.
Mehmet ASAL, Ekim 2018
SEVGİLİ KOMUTANIMA
Biliyorum, sağlığında yeterince ifade edemedim sana olan hayranlığımı ve duygularımı, kilitlendim mezarının başında senden bahsederken.
Ve eğer algılayabiliyorsan şu an hislerimi, beni bağışlamanı diliyorum senden.
Üsteğmen rütbemde iken tanıdım seni.
Sarı saçların, düzgün fiziğin, daima gülen yüzün, merhamet dolu, ışıl ışıl kararlı gözlerin ve herzaman eğitici ve öğretici sözlerin bağladı beni sana.
Senden öğrendim insanlığın, dostluğun, arkadaşlığın, kardeşliğin ne olduğunu.
Senden öğrendim dürüstlüğün en büyük meziyet, denizciliğin en güzel meslek olduğunu.
Sende gördüm tevazunun en incesini, ve yine sende gördüm gemilere ve birliklere komuta etmenin en yücesini.
Sayende tanıdım inisiyatifi ve doya doya kullandım verdiğin cesaretle.
Sende gördüm Atatürk’ün rehber olduğu liderlik prensiplerinin en güzelini, sende gördüm Barbaros’un denizciliğinin tüm hünerini.
Senden öğrendim çağdaşlığı, laikliğin ne olduğunu ve İnancın değerini.
Sende gördüm insan sevgisinin en büyüğünü, sevilmenin ve sayılmanın kıymetini.
Seni tanıyanlardan dinledim Kıbrıs’ta ki cesaretini. Yanında iken yaşadım ve gördüm anlatılanların yetmezliğini.
Sen teşvik ettin beni Akademiye, lisan öğrenmeye. Sen tanıttın bilgisayarı bize, Teknoloji ve bilimi yakaladım sayende.
Senden gördüm araştırıcı olmayı ve hergün okumayı. Senden duydum en güzel Türkçe Konuşmayı.
Senden öğrendim şefkatli fakat prensipli bir baba olmayı, eşime ve ailesine gereken değeri vermeyi ve göstermeyi.
Senden öğrendim Arslan Sütü içmeyi, evsahipliği etmeyi ve dolu dolu sohbeti.
Sen öğrettin hayata olumlu bakmayı ve herzaman gülmeyi.
Çok şey öğrettin bana, ama öğretmedin, sensizliğin ne büyük boşluk olacağını..
Şimdi kıskanıyorum melekleri. Ve biliyorum ki bundan sonra onlar tanıyıp daima el üstünde tutacak ve sevecekler seni.
Olmadı be komutanım olmadı, yakışmadı hiç sana.
Daha birlikte gülmek ve çok şey öğrenmek varken senden,
Varmıydı böyle yaşlı gözlerle bizleri bırakıp gitmek erken erken.....
Ruhun şad, mekanın cennet olsun. Nur içinde yat “Benim Güzel Komutanım.”
19 Mart 2001
Engin ŞENYUVA’nın ardından
Belki ölüm de doğum kadar normal karşılanmalı ama olmuyor işte.
Ölenin geri gelmeyeceğini, gelemeyeceğini bilmek belki bir gerçek ama kabulü çok zor.
İnanç olarak bir başka evrende ya da alemde karşılaşmak bazı insanlara mümkün gibi görünse de “eldeki bir kuş ağaçtaki on kuştan iyidir” misali insan üzülüyor gidene, keşke biraz daha yaşasaydı diyor ardından.
Belki ona karşı söyleyemedikleri yapamadıkları var. Acaba onlar da mı derinleştiriyor hüznü?
Hele bir de erken ve beklenmedik şekilde olunca bu ayrılık. Tıpkı Engin’in hiç beklenmedik ölümü gibi. Uzakta, Malezya’da olunca son bir vazifeyi bile yapamamanın hüznü çöküyor omuzlarıma.
Kendine soramadan edemiyor insan, geçmişte büyüklerimizden sıklıkla duyduğumuz “Bu hayat ve yaşam boş ve çok kısa” sözleri acaba bu ayrılık haberleri arda arda geldikçe mi bir anlam kazanıyor?
Yaş ilerledikçe bu duyumlar daha da artıyor, çoğalıyor bu dünyaya veda edenlerden tanıdıklarınız.
1967 yılında Lise birinci sınıfta eğitime başladığımız sınıf arkadaşlarımızın neredeyse üçte biri bu fani dünyadan ayrılıp uzaklara gitmiş. İstisnasız hep üzüldüm arkalarından. Ama bu defa fazlasıyla buruldum Engin’in haberinden.
Şenyuva ile arkadaşlığım yukarıda da değindiğim gibi 1967 yılında başladı. 6 yıl boyunca aynı sıralarda bulunduktan sonra o Denizaltıcılığı seçti. Ben de Denizaltıcı olmak istedim ama beni seçmediler. 1974 yılında ayrılan yollarımız 1981 yılında Deniz Harp Akademisinde tekrar kesişti.
2 yıl birlikte okuduk ve ikimiz de hala bekar olduğumuz için aynı Lojmanı paylaştık Engin ile.
Rahmetli anneciğinin her hafta Engin için hazırlayıp buzdolabımıza koyduğu yiyeceklerini kimi gün rızasıyla kimi gün habersiz “tırtıklayarak” yedim. Özellikle ortak arkadaşımız Sema geldiğinde, dolabı açıp hoşuna ne giderse yerdi ki bunların çoğu Engin’e aitti.
Bekarlık günlerimizin son çapkınlıklarını yaptık birlikte. Bir yaz tatilini Kuşadası, Marmaris’te birlikte geçirdik onun mavi Volkswagen’iyle. Çadırımızı, şişme botumuzu ve 25 Beygirlik motorumuzu da götürmüştük. Bana su kayağı öğretmişti ben çok beceremesem de.
Daha sonra da Enginle birçok ortamda birlikte olduk.
O da benim gibi ve aynı yılda, erken ayrıldı mesleğinden. Denizi ve denizciliği çok severdi, tıpkı rahmetli babası, Lisedeki psikoloji öğretmenimiz Nedim Hocamız gibi. (Öğretmen Albay Nedim Şenyuva)
Ataşelik yaptığı Malezya’da kalmayı seçti Engin. Yelken öğretmenliği yapıyor, denizi ve denizciliği sevdiriyordu Malezyalılara.
Engin oldukça sade, mütevazi, şaka kaldırır, moralini kolay bozmaz kalender bir arkadaşımızdı. İçten gülümseyen, fıkra anlatmayı çok seven, duygulu, nazik, adil, mesleğini iyi temsil eden yardımsever ve ülkesine bağlı biriydi.
Kendisine yatırım ve harcama yapmayı severdi. Takılmalarımıza ve şakalarımıza olgunlukla karşılık verirdi.
Almanların Alman Usulü denen sistemi Engin’den aldıkları bile söylenirdi.
Sağlığına iyi bakan, hiç sigara kullanmamış, alkolü yerinde ve ölçülü almasını bilen biriydi.
Bana sorduklarında “Engin hepimize Fatiha okur” diyerek onun uzun yaşayacak biri olduğunu ima ederdim. Ama kendisini elim bir motor kazasında ve daha 60’lı yaşlarda kaybetmeyi hiç aklıma getirmemiştim.
Onun Facebook’taki fotoğraflarından yaptığım bir kolajı da burada paylaşıyorum.
Daima gülerken hatırlayacağım o güzel yüzünle ışıklar içinde uyu sevgili kardeşim.


















Ağabeyim Şakir Fırat Asal'ın bazı Şiirleri....


Duyuyorum yosun kokusunu
Çocukluğumun,
Bir karış ötemde.
Hatırlıyorum annemin ninni söyleyişini,
Kardeşime.
Bahçemizdeki kayısı ağacından düşüşümü,
Aysel ablalarda bir yılbaşı gecesi,
Sabaha kadar gülüşümüzü..
Ve bir eylül akşamı inleye inleye ölen zavallı Çomarımızı.
Seneler gidiyor birbiri ardından
Dökülen yaprak misali.
Gerilerinde sadece bir sürü hatıra,
Ve yıpranmış bir insan.
Ne olurdu seneler daha yavaş geçseydiniz,
Ah neler vermezdim tekrar geri gelseydiniz.
25. III 1959
E. Ş. F. A. K.


Hatırlıyor musun?
Yağmurlu bir gün
Seninle girmiştik
Bir sahil pastanesine.
Saçlarından dökülen sularla,
Benzetmiştim seni o tablodaki güzele.
Sen gözlerin dikili bir noktaya,
Ben elde bir Bafra,
Anmıştık tatlı senelerimizi.
Ağır ağır mavnalar geçmişti denizden,
Geçmişin tabloları ile beraber
Sen o zaman Onatlısında bir taze,
Ben sana âşık,
Ben sana hasret,
Hatırlamıştık ilerimizi düşünmeyi,
Düşünmüştük yana yana sevgimizi.
Sen gözlerin dikili gözüme,
İki inci tanesi yuvarlanmıştı yanaklarından.
O gün okumuştum sende,
Sevgiyi, vefayı, hasreti tümce,
Ne zaman yağmur yağsa seni anarım,
Hatırlarım o yağmurlu nisan gününü.
Gözlerim yaşarır.
2. IV. 1959
E. Ş. F. A. K.


Bir odam vardı Yeşil ırmağa karşı kutu misali,
Önünde bir dut ağacı,
Ağaçta kuşlar,
Ağaçta kuşların cıvıltısı,
Hala kalbimde var dinmez bir sızı.
Çizgi çizgi duvarlar,
Çizgili çizgili.
O çizgilerde bulmuştum seni,
Duvarlarda belki hala resimlerin vardır.
O duvarlar sana sunduğum şarkılara,
Senin için söylediğim şiirlere,
Hasret şimdi.
Buğulu camlarda ismin,
Kulaklarımda sesin vardı.
Yeşil Irmağa bakar,
Seni görürdüm.
Sen rüyalarımın perisi güzel kız.
Bir hayal aldı şimdi yerini.
6. IV. 1959
E. Ş. F. A. K.


Rüyalarımın ötesinde buldum seni,
Yarı yeşil, yarı mavi,
Duman duman yükseldin benliğimde,
Ve yine duman duman kayboldun.
Aradım taradım,
Kâinatta buldum seni.
Tabiatla karışık bir kokun vardı,
Kokladım.
Meltem kadar serin bir derin vardı,
Okşadım.
Okyanuslar kadar derin bakışların vardı,
Saplandım.
Yandım Allah’ım, yandım.
14. IV. 1959
E. Ş. F. A. K.


Mavi gözlerine daldım, denizi gördüm,
Mavi gözlerinde gökyüzünü gördüm,
Mavi gözlerinde seni gördüm.
15. IV. 1959
E. Ş. F. A. K.


Hayır! hayır!
İşitmek istemiyorum hiç birinizi insanlar,
İçimde Âdem olarak doğmadığıma bir hüsran,
Bir umutsuzluk,
Bir acı,
Bir eziliş.
Güzellik ötesinde,
Arzu ötesinde,
Hırs ötesinde.
Yaşanmamış ülkelerin hasretini duyuyorum,
Çözemediğim his düğümlerinin
Arasında kaybettim yolumu.
Kaybettiğim güneşimi,
Karanlıklarda arıyorum…
Bastığım yere gömülüyorum,
Çırpınışlarım, yakarışlarım boş.
Bir dal arıyorum tutunacak.
Ne olurdu bir yıldız bulsaydım,
Kendisine koşacak.
2. V. 1959
E. Ş. F. A. K.