ABD'nin Türkiye üzerinde bitmeyen oyunları...
- mehmetasal
- 1 May 2022
- 11 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 8 Tem 2023
YAZAN : Mehmet ASAL 10 Temmuz 2020

İkinci dünya savaşından sonra “yenidünya düzeni” olarak iki kutuplu bir dünya kuruldu. 1945 yılı Haziran'ında yapılan San Francisco Konferansı'yla İngiltere - dünyayı 'düzenleme' işini - Amerika Birleşik Devletleri (ABD)'ne devretti... O günden beri ABD, görevini tam olarak yapmaktadır. Gerçek şu ki, günümüzde 'Orta Doğu'da yaşanan kargaşanın ve katliamların baş mimarı; ABD'nin küresel emperyalist siyasetidir! Güney sınırımızdaki tehlikeli 'oyunlar' ABD'nin Türkiye'ye bir 'armağanı'dır!
ağlayacaklarını açıklamış ve “bu adım, Doğu Akdeniz'de istikrarı sağlama adına anahtar bölgesel ortaklarla ilişkileri geliştirme çabalarımızın bir parçasıdır." demiştir.
Biraz öncesine gidersek aslında ABD; 2019 yılı aralık ayında Kongresinde kabul edilen tahsisatlar yasa tasarısında, GKRY’ne belirli koşullar ve sınırlamalar altında silah ambargosunu kaldırmasını istemiştir.
Bu tasarıda ABD’nin müttefikleri arasında enerji güvenliğini sağlaması gerektiği kaydedilirken, Türkiye’nin Ada'da 40 bin askerinin bulunduğu, ABD’nin ambargosundan dolayı GKRY'nin Rusya ve başka ülkelerden silah aldığı, bunun da ABD'nin çıkarlarıyla uyuşmadığı belirtilmektedir.
GKRY kime karşı silahlandırılmakta ve eğitilmektedir? Rum komşularımız burada kendilerine oynanan oyunun da farkında değil midir?
1,2 milyon nüfusla ve ana vatanına 300 mil uzakta iken 83 milyonluk ve Türkiye’ye 40 mil mesafedeki ülkeye karşı silahlanabilecek kadar saf mıdır bu komşu?
Aslında burada ABD açısından öncelikle Ticari çıkarlar ve sonrasında da Lobilere şirin görünmek hedeflenirken, Türkiye’ye de “ayağını denk al, seni desteklemiyorum ve dostun değilim” mesajı çok açık olarak verilmektedir.
"Doğu Akdeniz Güvenlik ve Enerji İş birliği Yasası" olarak da bilinen ve bir bölümünde GKRY, İsrail ve Yunanistan’ın önemine vurgu yapılan tasarıda, Akdeniz, Ege ve Orta Doğu’da "tek taraflı, uluslararası hukuku ihlal eden ve iyi komşuluk ilişkilerini zedeleyen davranışlara karşı olunduğu" ifade edilmektedir. Yani Hedef Türkiye’dir.
ABD’de bulunan Yunan, Ermeni ve son zamanlarda da Yahudi Lobileri, tam bir Türk ve Türkiye düşmanlığı gütmektedir. Bunun altında Türkiye’nin bir İslam Ülkesi olması ve İslamofobi de yatmaktadır.
Türkiye 1952 yılında NATO’ya üye olmasının ardından ABD’nin stratejik ortağı olarak anılmasına rağmen ABD hiçbir zaman stratejik ortaklığın gerektirdiği şekilde olaylara bakmamıştır.
“Türkiye’nin NATO üyeliği, Soğuk Savaş şartlarındaki konjonktürel bir gelişmedir. Bahsi geçen dönemde Türkiye, NATO ittifakına dahil edilmiştir. Ancak hiçbir zaman müttefik olarak değerlendirilmemiştir. Nasıl ki uluslararası ilişkilerde “psödo-devlet (pseudostate)” şeklinde tanımlanan, devlet görünümündeki devletçiklerden bahsedilirse, Türkiye de NATO için bir müttefikten ziyade, müttefikimsi bir ülke konumunda olmuştur. NATO’ya girişi takiben Amerikan – Türk ilişkilerine bakılırsa hiç te memnun edici bir durum görülmez. Bunları özetle hatırlayalım:
1962, Küba Krizi; İlk olarak Türkiye, 16-28 Ekim 1962 Küba Krizi esnasında ABD tarafından gözden çıkarıldı ve yalnız bırakıldı. Amerikan Hükümeti'nin Fidel Castro rejimini devirmek istemesi sonucu ABD ve SSCB, iki nükleer süper güç ilk defa karşı karşıya kaldı. ABD'ye ait bir U-2 casus uçağının 1 Mayıs 1960'ta düşürülmesiyle ABD-SSCB ilişkileri gerginleşirken Küba-SSCB dostluğu giderek sıkılaştı. SSCB 1962 sonbaharında Küba’ya Sovyet füzelerinin konuşlandırılmasına başlandı. ABD’de Türkiye ve İtalya'ya ya Nükleer füzeleri koymuştu. ABD 1959 yılında Türkiye ile anlaşmış, 1961 yılında Türkiye’ye Jüpiter füzeleri yerleştirmişti, (Füze durumları Türk halkına 40 yıl sonra açıklandı veya belgelendirildi.)
1964, Johnson Mektubu; Amerika Birleşik Devletleri başkanı Lyndon B. Johnson tarafından Türkiye başbakanı İsmet İnönü'ye 5 Haziran 1964 tarihinde gönderilen, Türkiye'nin Kıbrıs'a müdahalesini önlemek amacıyla yazılmış mektup ile Türkiye tehdit edildi. Önü kesildi ve harekât yıllarca geciktirildi. Bu da Kıbrıs’ta Türklere karşı Rumların katliam yapmasının önünü açtı. Mektupta, Türkiye'nin adaya tek taraflı müdahalesinin Türk ve Yunan tarafları arasında savaşa yol açabileceği ve NATO üyesi olan bu iki ülkenin savaşmasının kabul edilemez olduğu ifade edilmişti. Bu savaşın Sovyetler Birliği’nin de Türkiye’ye müdahale ihtimalini doğuracağı ve NATO'nun böyle bir durumda Türkiye'yi savunma konusunda isteksiz olacağı ima edilmişti. Ayrıca. ABD'nin Türkiye’ye sağladığı askeri malzemenin bu müdahalede kullanılmasına izin verilmeyeceği belirtilmişti. Mektubun ardından Türkiye müdahale kararından vazgeçmek zorunda kaldı. 10 yıl içinde Kıbrıslı Türkler katledildi. Yaşamakta oldukları 237 yerleşim yerinden 103’ünü terk ederek daha büyük ve nispeten güvenli olan yerleşim yerlerine sığındılar.
1974, Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası AMBARGO; Kıbrıs barış Harekâtı sonrası ABD, Türkiye’ye 5 Şubat 1975 tarihinde başlayan ve 3 yıl sürecek olan silah ambargosu uygulamaya başladı. Ambargo Türkiye’ye Amerikan silahlarının satışını ve askeri yardımını yasaklıyordu. İki müttefik ilişkileri bakımından bu ağır bir yaptırımdı. Emsali de yoktu. Türkiye o zor dönemde 60 dolarlık bir uçak parçasını 600 dolara alabiliyordu.
1992, TCG Muavenet Olayı; 2 Ekim 1992 günü Türk muhribi TCG Muavenet durup dururken 2 adet Sea Sparrow mermisi ile bir ABD Uçak Gemisi USS Saratoga tarafından vuruldu 300 kişilik gemi kullanılmaz hale geldi. Gemi Komutanı dahil 5 şehit verildi. ABD, kurguladığı yenidünya düzeni içinde Ortadoğu’yu şekillendirecekti. Bunun için Türkiye’yi kaybetmemek ve iliklerine kadar kullanmak istemekteydi. TCG Muavenet’i vurarak “soğuk savaş dönemi sonrası liderliğimde yeni dünya düzeni kurulmaktadır, farklı yol arama kıpırdanmalarının farkındayım” Mesajı veriyordu. İkinci olarak ta “Çekiç gücün Türkiye’deki varlığı ve yapacağı görevler benim için hayati öneme haizdir. Engellenmesi kabul edilemez “diyordu.
1993, 17 Şubat, Orgeneral Eşref Bitlis’in öldürülmesi; Eşref Bitlis'in uçağı, Türkiye, İran, Irak ve Suriye Dış İşleri Bakanlarının Şam'da bir araya gelmelerinden tam yedi gün sonra düşmüştü. Pentagon, ABD-İsrail ikilisinin karşısında olan bu üç ülkeyle Türkiye'nin iş birliğine girme ihtimaline karşı Ankara'yı uyarıyordu. Bu suikastın, CIA ve onlarla iş birliği içinde olan bazı Türkler tarafından organize edildiği çok açıktır. O günlerin gazetelerine bir göz atacak olursanız Eşref Bitlis'in neden hedef tahtasına oturtulduğunu çok daha rahat anlayabiliriz.
1999, Fetullah Gülen’in Türkiye’ye karşı kullanılmak üzere ABD’ne kabulü; 1999 yılının mart ayında, 28 Şubat sürecindeki Türkiye'nin içinde bulunduğu siyasi atmosfer ve sağlık durumu bahanesiyle Amerika Birleşik Devletleri Fetullah Gülen’i CIA aracılığı ile Amerika’ya çağırdı. Eski Ankara Büyükelçisi Morton Abromowizt Gülen'in ileride Türkiye'ye karşı güçlü bir koz olarak Amerika'nın elinde tutulması gerektiğini açıklayan rapor yazmıştı. Göçmen Bürosu bazı zorluklar çıkardı ise de CIA aracılığı ile bunlar aşıldı. Gülen, o tarihten bu yana Pennsylvania eyaletindeki Salisburg kasabasında büyük bir malikâne de krallar gibi yaşamaktadır.
2003, Çuval Olayı; 4 Temmuz 2003 günü Kuzey Irak'ın Süleymaniye kentinde karargâh kurmuş bulunan bir binbaşı komutasındaki 11 Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu ve Türkmen mihmandarları, Irak'taki işgal kuvvetlerinin bir parçası olan Amerikan 173. Hava İndirme Tugayı'na bağlı askerlerce ve yanlarında peşmergelerin de bulunduğu bir şekilde sürpriz bir baskın sonucu derdest edildiler, başlarına çuval geçirildi ve 60 saat süresince alıkonularak sorguya çekildiler. Bu olayın sebebi, Irak krizi konusunda hükûmet tarafından 25 Şubat 2003'te TBMM'ye sunulup genel kurulda reddedilen ve tam adı "Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yabancı ülkelere gönderilmesi ve yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunması için Hükümet'e yetki verilmesine ilişkin başbakanlık tezkeresi" nin reddedilmesinin intikamı idi. Tezkerede, en fazla 62 bin yabancı askeri personelin 6 ay süreyle Türkiye'de bulunması öngörülüyordu.
2008, Balyoz ve Ergenekon Kumpasları; Fetullah Gülen ve CIA iş birliği ile ABD; 2008 yılında işbirlikçi Türk hâkim ve savcılarının da büyük komplo planları ile Türkiye’de ki aydın, çağdaş ve bağımsızlık yanlısı tüm ilerici subaylar ve aydınlar tasfiye edildi, rütbeleri söküldü, yıllarca hapiste yattılar. Bir kısmı da bu esnada hayatını kaybetti.
2009, Kozmik Odaya girilmesi ve tüm harekât planlarının ABD’ne götürülmesi; 26 Aralık 2009 günü, ABD’li işbirlikçilerin kışkırtıp planlarını hazırladığı şekilde FETÖ Hainleri Ankara Bölge Seferberlik Başkanlığının Kozmik Odasına girdiler. Türkiye Cumhuriyeti için hayati önemi haiz onlarca Silahlı Kuvvetler Savaş ve hazırlık planını alıp kopyalayarak ABD’ne ve işbirlikçilerine ilettiler. Tüm savaş ve seferberlik planları ve kişiler ifşa oldu.
2013, 17-25 Aralık olayları; Balyoz ve Ergenekon Kumpasları ile aydınları tasfiye eden Gülen ve CIA, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen 3 soruşturmada, iş adamı, bürokrat ve memurların da bulunduğu çok sayıda kişiye yönelik "kara para aklama", "altın kaçakçılığı" ve "kamu görevlilerine rüşvet" iddialı operasyonlara başladı. MIT Müsteşarı ve Başbakan Vatana ihanet suçlaması ile tutuklanmak istendi.
2014 yılından itibaren YPG/PYD’ye destek, silah ve eğitim; PYD’yi terör örgütü olarak nitelendirmeyen ABD, PYD/YPG’nin seküler yapıya sahip bir bölgesel aktör olmasını ve Suriye’yi Bölme çabalarında bir güç olarak görmesi nedeniyle, YPG/PYD’yi Türkiye’nin karşı çıkmasına rağmen destekledi, bölge üzerindeki stratejik hamle ve çabaları ile YPG/PYD birliklerinin daha da güçlenmesine fırsat verdi. Suriye İç Savaşı’na küresel aktörlerin dâhil olması, YPG’ye uluslararası arenada kendisini tanıtma şansı verdi ve böylece daha fazla lojistik destek elde etme imkânı sundu. Yani Türk askerini ve vatandaşını hedef gözetmeksizin öldüren terör örgütü, sözde müttefikimiz ABD tarafından teşvik ve destek gördü.
2015, 24 Kasım, Rus uçağının düşürülmesi; Türkiye – Rusya yakınlaşmasını istemeyen ABD ve CIA, FETÖ mensubu hain kişileri kullanarak Rus Su-24 uçağının Türkiye tarafından düşürülmesini sağladı. Bu olay ilişkileri ciddi biçimde etkiledi ve ekonomik olarak ta Türkiye’ye büyük zarar verdi. Neyse ki durum kısa süre sonra anlaşıldı ve ilişkiler normale döndü.
2016, 15 Temmuz Darbe girişimi; hükümeti 17-25 Aralık 2013 operasyonu ile indiremeyen ve artık AKP ile de araları da iyice açılmış olan Fetullah Gülen; yine ABD ve CIA Desteği ile önceden Silahlı Kuvvetler kadrolarına soktuğu işbirlikçi hainleri kullanarak bir askeri darbe girişiminde bulundu. Amaç, Devleti ve ülkeyi ele geçirmek, kalan son ilerici ve aydınları bertaraf etmek, AKP’nin artık Fetullah Gülen’i dinlemeyen lider kadrosunu tasfiye etmekti. Böylece Humeyni’nin İran’a dönüşü gibi, Fetullah Gülen’in de Yavuz Sultan Selim tarafından Mısırdan getirtilen Halife kaftanını giyerek Türkiye’ye dönmesi ve yönetimi ele alması amaçlanıyordu.
2016, 19 Aralık, Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov’un öldürülmesi, FETÖ Terör Örgütü mensubu bir polis tarafından Ankara Çağdaş Sanatlar Merkezi'ndeki fotoğraf sergisi açılışı sırasında düzenlenen saldırı sonrası Andrey Karlov hayatını kaybederken, Ankara Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü'nde görevli saldırgan Mevlüt Mert Altıntaş özel harekat polisleri ile girdiği çatışma sonrası öldürüldü. Amaç Türkiye ile Rusya’nın arasını açmaktı. Suikastı planlayanlar CIA ve FETÖ.
2016- Bugün, Fetullah Gülen’in iade edilmemesi; Türkiye’de ki 15 Temmuz Darbe girişimi planlayıcısı CIA – Fetullah Gülen’dir. Kırmızı Bültenle aranıyor olmasına rağmen ABD’nin Terör örgütü başını Türkiye’ye iade etmemesi, bunu gündeme dahi almamasının nedeni, bu darbeyi ABD ile ortaklaşa planlamış olmalarıdır. Dünyayı karıştırmak üzere Fethullah Gülen gibi onlarca Cemaat lideri ABD’de misafir edilmekte ve kullanılmaktadır. En azından bunlar nezdinde ABD itibarını ve güvenirliliğini de yok eder mi? CIA bu başarısız darbe girişimi sonucu ciddi bir itibar kaybetmiş ve Ortadoğu masasında tasfiyeler başlamıştır. Vietnam’dan sonraki ABD’nin en büyük hayal kırıklığıdır bu olay.
2018, Rahip Brunson Krizi; ABD'li Pastör Andrew Craig Brunson'ın İzmir'de "terör örgütü adına suç işlemek ve casusluk" suçlamalarıyla yargılandığı davada Brunson, Ekim 2016'da sınır dışı edilmek üzere gözaltına alınmış ve Aralık 2016'da da Fethullah Gülen Cemaati'ne üye olmak suçlamasıyla tutuklanmıştı. Temmuz ayındaki duruşmada Brunson'ın tutukluluğu ev hapsine çevrilmişti. North Carolina eyaletinde doğan 50 yaşındaki Brunson, 23 yıldır eşiyle birlikte Türkiye'de yaşıyor ve Misyonerlik ve kışkırtıcılık faaliyetleri içinde idi. ABD için Misyonerlik faaliyetleri, 18.nci YY’dan itibaren sadece dini olmaktan çıkmış siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel ve istihbarat boyutları olan bir tür nüfuz ve sömürü aracı haline gelmişti. Brunson, tutuklandığı sırada süresiz oturma izni başvurusunu sonucunu bekliyordu. ABD, Brunson'ın serbest bırakılmamasının ardından "insan hakları ihlallerinin sorumluları" oldukları gerekçesiyle İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve Adalet Bakanı Abdülhamit Gül'e yaptırım uygulamaya başladı. Başkan Donald Trump, daha sonra Türkiye'den çelik ve alüminyum ithalatına uygulanan gümrük vergilerini ikiye katladı. Türkiye de dolar fırladı, ekonomik kriz baş gösterdi. ABD gene yapacağını yaptı, Türkiye’yi tehdit etti.
2019, 12 Aralık, ABD Parlamentosunun Ermeni Soykırım Yasasını Onaylaması; Kongre'nin alt kanadı olan Temsilciler Meclisi de 1915'te yaşananları soykırımı olarak tanıyan bir yasayı onaylamıştı. ABD Senatosu da tarihinde ilk defa bu yasayı onaylayarak, tarihi bir olaya siyasi görüş koyan, insafsız ve vicdansız bir kararı onaylayarak Türkiye Düşmanlığını açık ve seçik bir şekilde tüm dünyaya ilan etti. Aslında ABD yıllardır “Demoklesin Kılıcı” gibi (Efsaneye göre; Siraküza Kralı Dionysos, kral olmanın çok rahat ve güzel olduğunu savunan Demokles'e ders vermek için onu yemeğe davet eder. Onu ince bir sicimle tavana bağlanmış ağır bir kılıcın altındaki koltuğa oturtur ve ona iktidarın aslında ne kadar zor olduğunu gösterir.) Türkiye’nin kafasına doğru tuttuğu, her yıl Nisan ayı yaklaştığında önce Türkiye’yi tehdit edip sonunda onaylamayarak “Güya kıyak ağabeylik yaptığı” kozunu da kaybetmiş oldu. Tabii Türkiye’yi de tamamen kaybederek.
Tüm akıldışı, dostluk ve müttefiklik dışı girişimlerinde de başarıya ulaşamayan, Türkiye’yi güçsüz, tamamen kendisine bağlı “sözde Stratejik Ortak” yapamayacağını anlayan ABD’nin çuval giderek kendi ayağına dolaşmaya başladı.
Obama Başkan seçildiğinde, 4 Nisan 2009’da Türkiye’yi ziyaret etmişti. Ziyaret sonrası yapılan anketlerde ABD sempatimiz %50 seviyesinde idi. Oysa Obama, rengine ve Müslüman kökleri olduğuna ilişkin sempatimizi kullanarak bizleri istismar etti. Obama, Ortadoğu’nun tek “laik-sosyal-hukuk devleti Türkiye’ye karşı, kendi ülkesinin planlayıp organize ettiği “Ilımlı İslam modeli” ni dayatıp gitti.
Bugün artık “maymunun gözü açıldı”. Türkiye’de ve Türk insanında ABD karşıtlığı tarihin en yüksek düzeyine ulaşmış durumda. Bunu geri döndürebilmek te artık hiç kolay değil.
Buna rağmen ABD arayı düzeltmek yerine bu karşıtlığı sürekli olarak körüklemeye devam ediyor. ABD, Avrupa Birliği ve hatta NATO Türkiye’yi sürekli doğuya doğru itmekte ve yalnız bırakmaktadır. Türkiye’nin Yunanistan ile yaşadığı hiçbir sorunda ve Kıbrıs’ta Türkiye’ye hiç hak verilmemiş ve hep karşısında olunmuştur.
Bunun sonucunda Türkler, tarihte de örneği birçok kez görüldüğü üzere; vakur ve mağrur tavırlarıyla “Türkün Türk’ten başka dostu yoktur” sloganıyla bölgelerinde bir Bölgesel Süper Güç olmaya doğru ivmelenmektedir.
Bir süre önce bir Rus Televizyonundaki tartışmada da gündeme geldiği gibi, Türkiye yakın gelecekte kendi Nükleer Silahlarına sahip olacaktır, bence olmak ta zorundadır.
Aslında yukarıda kronolojik ve özet olarak verilen olaylara bakıldığında ABD; Kore Savaşı da dahil, Uluslararası politikada kalıcı dostluklardan ziyade; çıkarların önemli olduğunu ve bu nedenle değişen koşullar temelinde şekillenen ortaklıklardan bahsedilebileceğinin en açık örneğini Türkiye’ye sürekli göstermiştir.
Türkiye son dönemde kuzey komşusu ve aslında çok daha fazla iş birliği içinde olması gereken Rusya ile yeni bazı çıkar ortaklıkları geliştirmiştir.
Bu iş birliği ABD’nin; kendi emperyalist çıkar ve amaçlarına hizmet ettiremediği, ya da ettirmekte zorlandığı Türkiye’ye karşı daha da düşmanca tavırlar almasına neden olmuştur.
Aslında ABD ile stratejik ortak konumunda olmaması, Türkiye için herhangi bir sorun teşkil etmemesi gereken bir durumdur. Türkiye’nin de bu tarihi gerçeklere göre kendini konumlandırması ve ABD’den pozitif yönde bir beklenti içerisinde olmaması gerekir. Aslında;
Türkiye, neden stratejik bir ortak arayışı içinde anlamak mümkün değildir.
Son dönemde gelişen Türkiye-Rusya yakınlaşmasına rağmen ne Rusya ne de ABD Türkiye’nin stratejik ortağı değildir ve olmamalıdır.
Akıllı Devletler, konjonktürel durumun gerektirdiği şekilde zaman zaman yan yana gelebilirler.
Aslında Türk – Rus ilişkilerine de bu gözle bakmak gerekir. Türkiye ve Rusya; Ortadoğu, Karadeniz ve Doğu Akdeniz’de örtüşen çıkarlara sahiptir. Ankara ve Moskova, örtüşen çıkarları doğrultusunda birlikte hareket etmektedir ki bu da son derece normaldir. Türkiye’nin ikili ilişkilerdeki heyecanlı yaklaşımına rağmen; Rusya itidalli tutumundan ödün vermemektedir. Bu da Türkiye için bir örnek ve alınacak ders olmalıdır.
“Rusya’nın PKK/PYD gibi terör örgütlerine ilişkin tutumu, ne yazık ki bizim istediğimiz noktada değildir. Bu da Moskova’nın, tıpkı ABD gibi kendi çıkarları doğrultusunda hareket ettiğini göstermektedir. “Aslında Türkiye’nin yapısal anlamda Rusya’yla ilişki kurmasına; yani ikili münasebetleri derinleştirmesine içinde bulunduğumuz ittifak sistemi de izin vermemektedir.
ABD, Ortadoğu’daki ulus-devletleri tasfiye etmek istemektedir.
ABD’nin bölgede kısa ve uzun vadeli çeşitli hedefleri vardır ve bu kapsamda ulus-devletleri tasfiye etmek istemektedir.
Arap Baharıyla başlayan süreç te buna işaret etmektedir.
Söz konusu plan; Libya, Mısır ve Irak gibi ülkelerde halihazırda uygulamaya geçirilmiş, Suriye’de de uygulanmak istenmektedir. Sonrasında da İran’ın hedef alınacağı kesindir.
Şu aşamada Türkiye açısından sıcak savaşa dönüşecek bir tehdit olmasa da ABD’nin Türkiye’ye uyguladığı baskı stratejilerinden vazgeçmediği ve geçmeyeceği çok açıktır. Bunun en yakın örneğini de 8 Temmuz günü ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun GKRY ile ilgili yaptığı askeri eğitim anlaşmasına dair açıklama teşkil etmektedir.
“Türkiye-ABD ilişkileri, stratejik ortaklık seviyesinde asla değildir ve olmamıştır. Müttefiklik düzeyinde de değildir. Biz, ABD’nin gözünde müttefikimsi bir ülke durumundayız.”
“NATO’ya girmemiz stratejik bir hata olarak düşünülebilir. Ancak şu aşamada NATO’dan çıkılması bundan daha da büyük bir hata olur. Türkiye’nin NATO sistemi içerisinde bulunması sıcak savaşı engelleyici bir faktördür.
Bu nedenledir ki ABD; Türkiye’ye karşı Sıcak Savaşı değil, soğuk ve sinsi savaşı seçmek durumunda kalmıştır. Türkiye, bugüne kadar, orta büyüklükte bir devlet olarak denge politikası uygulamaya çalışmış, dengeyi göz ardı ettiği zamanlarda da çeşitli sorunlarla yüzleşmiştir.
Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası ABD’nin Türkiye’ye uyguladığı silah ambargosunun ardından 13 Şubat 1975′te Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin kurulduğu açıklarken, yine aynı yıl Türkiye, ABD’ne nota vererek ABD Savunma İş birliği Anlaşması’nı yürürlükten kaldırmıştır. ABD’ye karşı en büyük gözdağı ise, Türkiye’deki bütün Amerikan üs ve tesislerinin TSK’nın “kontrol ve gözetimi” altına alınması olmuştur. (İncirlik hariç. onun statrüsü ve konumu farklıdır) 3 yıl süren silah ambargosu sonrası kendine çeki düzen veren Türkiye, savunma sanayini geliştirmeye başlamış ve 1975’te ASELSAN kurulmuştur.
Aslında ABD’nin Türkiye’ye karşı uyguladığı her düşmanca hareket Türkiye yi biraz daha kendine getirmiş, bazı yeni adımlar atılmış ve hepsinden de öncesine göre daha güçlenerek ve akıllanarak çıkılmıştır.
Tarihe dikkatli bakarsak, 250 yıllık geçmişi yüzkarası olaylarla dolu olan ABD’nin zulüm ve soykırımları saymakla bitmez.
Unutmayalım ki karşımızda Birleşik Devletler, bağımsızlığını ilan etmeyi başardıktan sonra, topraklarını genişletmek amacıyla, 1830 yılında çıkarılan “Kızılderili Tehcir Yasası ile bölgede yaşayan tüm yerlileri kendi topraklarından çıkarıp Kızılderili kellesi başına 5 $ ödeyen zalim bir ülkedir”.
Karşımızda; “Japonya’da yüzbinlerce sivilin üzerine atom bombası atabilen, büyük çoğunluğun ölümüne birçoğunun da yaralanmasına yol açan emperyalist ve acımasız bir devlet var.”
Başta Batılı güçleri desteklemek bahanesiyle Fransa'nın işgaline izin veren sonrasında kendi emelleri için “Vietnam’ı baştan sonra yakıp yıkan ABD, 3 milyon insanı kimyasal bombalarla hunharca katleden, 1955'de başlayan ve 1973'te son bulan 18 yıllık Vietnam işgalinde 643 bin ton bomba kullanan” bir ABD var.
1 Aralık 1955 Perşembe günü Otobüste Bir Beyaza Yer Vermediği İçin Tutuklanan Rosa Parks'ın yaşadıkları var. Bu makalenin yazarı ben, Mayıs 1979’da Florida Tampa’da iken otobüslere hala arka kapıdan binip arka tarafta oturmak zorunda olan Siyahi insanlar var.
ABD’yi ateşe veren protestolar beyaz bir polisin siyahi bir Amerikalıyı gözaltı sırasında boğarak öldürmesi gibi görülse de bu olayların arkasında, gelmiş geçmiş tüm yönetimlerin ırkçı tavırlarının birikiminden kaynaklanan bir kin ve hınç var. Bu görüntüleri tarihsel bir kalıtım olarak devam edegelen bir durum olarak sadece siyahilere değil, “ABD’deki “makbul beyazlar dışındaki tüm renkli ırklara ya da başka dini inançtaki insanlara karşı ayrımcılık yapan” bir ABD var.
Saddam Hüseyin “Kimyasal silah üretiyor” bahanesiyle 20 Mart 2003’te Irak’ı işgale başlayan, füze saldırılarıyla yerle bir eden, “Irak’ta 1 milyon sivil öldüren, 2 milyon Iraklının mülteci durumuna düşmesine ve Ortadoğu’nun kaosa sürüklenmesine neden olan” bir ABD var.
ABD başta olmak üzere emperyalistlerin uyguladığı her operasyon Türkiye’yi bölmek, yükselişinin önüne geçmek, ekonomik olarak diz çökertmek için planlanıyor.
Bu emperyalist, zalim, ayrılıkçı ve çıkarcı devletin hedefleri ve ilkeleri kolay kolay değişmeyecektir. Bu nedenle Türkiye çok dikkatli, çok akıllı ve tarafsız olmak ve bundan sonra ABD’nin kuracağı tuzaklara düşmemek zorundadır. Ancak ABD’ye karşı dikkatli olmak, yüzümüzü Batıdan doğuya çevirmek te olmamalıdır.
Soğuk Savaş sonrası dönemde Türkiye; yeni düzene dâhil olarak bunun yürütücüsü ABD’yle birlikte hareket etmeyi seçmiştir. Oysa şu anda, SSCB gibi tek ve belirgin bir tehdit kaynağı bulunmamaktadır. Bununla birlikte şimdi Türkiye, eskisinden daha fazla tehdit altındadır.
Türk ekonomisi eskisine göre oldukça güçlü olmakla birlikte, küreselleşme sürecinde rekabet edebilmek için gerek ABD ile gerekse AB ile dengeli ekonomik birliktelikler kurmak zorundadır.
Yüksek teknoloji ürünü askeri malzemenin sağlanabileceği en önemli kaynak yine de Batı’dır. Bu nedenle; Türkiye Batıdan kopmamak için iç sisteminde küresel değerler paralelinde önemli değişiklikler yapmak durumundadır.
Bu nedeenlerle klasik denge politikamızın değişmez ilkelerini hayata geçirmeye çalışmalı ve devam etmeliyiz.
Comments