İstanbul Deprem Gerçeği
- mehmetasal
- 2 May 2022
- 5 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 27 Haz 2023
BU YAZI KABUS İSİMLİ HİKÂYEYİ NEDEN KALEME ALDIĞIMIZI ANLATMAK İÇİN YAZILDI
Arsal – Mehmet ASAL

Türkiye, dünyanın sismik açıdan en aktif bölgelerinden biri olan Alp-Himalaya kuşağında yer almaktadır.
Yaşanan onca depreme, can ve mal kayıplarına rağmen maalesef “Deprem Bilinci” toplumumuzda halen oluşmamıştır.
Türkiye’de yaşanan depremlerin tarihi sürecine baktığımızda; yıllara göre nüfus artış oranından daha fazla can ve mal kaybı olduğunu görmekteyiz. Neden?
Bunun ana nedeni bina yapım tarzımız, bina stoklarımızın durumu, rant ve ekonomik sıkıntılar nedeniyle sürekli dikey yapılaşmamızdır.
ABD’de yaşarken hep şu ikilem dikkatimizi çekti. ABD kıyıları ve özellikle güneydoğu kısmı kasırga ve fırtınalar bölgesi ama evlerin çoğu prefabrik tipte hafif binalar. Alçıpanlarla yapılmış evler. Kasırgada paramparça olur ya da en azından çatıları uçar, evler parçalanır.
Türkiye ise deprem bölgesi ve fay hatları üzerinde bir ülke fakat biz hafif, pratik ve depreme dayanıklı evler yerine sürekli betonarme binalar yaparız.
Bina stokları değişik olsa; ne Türkiye’de depremlerde bu kadar can kaybı ne de ABD’deki Kasırgalarda bu kadar hasar olmazdı?
Tabii bunun bir nedeni de bizdeki fakirlik ve ekonomik güçlükler nedeniyle dikey yapılaşma zorunda oluşumuz. Bu tarz yapılaşmanın en ucuz yönteminin de betonarme binalar olması.
Peki betonarme bina yapmak zorunda isek bunu sağlam ve depreme dayanıklı yapamaz mıyız? Elbette yapabiliriz.

Ne yazık ki, Türkiye’de 1980 öncesi yapılan binaların hiçbirinde “Deprem Güvenliği” hesabı yapılmamış çünkü o dönem de böyle bir kanuni zorunluluk yok. Buna mukabil inşaat yapımında o kadar çok deniz kumu ve homojen olmayan elle karıştırılıp hazırlanmış çimento harcı kullanılmış ki, 80 öncesi inşa edilen yapıların çoğunluğu güvenli değil.
1980-2000 yılları arasında Deprem Güvenliği nispeten dikkate alınmış ama bu defa da eski deprem yönetmeliği uygulanmış. Yani demek istediğimiz o ki; örneğin 25’lik olması gereken demir yerine 12’lik demir kullanılmış. Çimento CEM I 52,5 (Yüksek dayanımlı) olması gereken yerde bunun yerine CEM I 32,5 (Düşük Dayanımlı) kullanılmış vb. gibi.
1999 depreminden sonra yeni yönetmelik yürürlüğe girmiş ama bu defa da yönetmeliğin uygulaması zaman almış, ancak 2002-2003’den sonra yaygınlaşmış. Bu dönemde kontrol ve denetimler ne kadar sağlıklı yapılmış? Onu da sizlerin takdirine bırakıyoruz.
Yani özetle; 1985 öncesi yapılmış binaların hemen tümü, 1985-2005 arası yapılmış binaların büyük çoğunluğu depreme karşı güvenli değil.

Bu durumda yapılması gereken ne? Cevap çok basit.
2000 öncesi inşa edilmiş tüm binaların risk önceliğine göre dönüşüme sokulması, fay hattı üzerinde olanların ise yeniden yapılmayıp arsalarının yeşil alan olarak bırakılması.
İstanbul’da 7,5 büyüklüğünde bir deprem beklenmektedir. İstanbul nüfusu 16,5 milyondur. Sadece bir metropol olmasına rağmen nüfusu dünyadaki 131 ülkeden daha kalabalık olan bir şehirdir. Türkiye’nin Marmara dışında meydana gelebilecek bir doğal afetine diğer şehirlerden çok büyük bir kitle yardımcı olabilecek iken, İstanbul’da meydana gelebilecek bir afete aynı ölçüde destek olunabilmesi mümkün değildir. İstanbul depreminde beklenen maddi kayıpların 120 Milyar TL olacağı hesaplanmaktadır.
1999 İzmit ve Düzce Depremlerinde Yaklaşık 52.000 bina hasar görmüş, 20 000’e yakın da can kaybı olmuştur. Bu depremde binaların;
%70’i orta ve hafif,
%25’i ağır hasar görmüş,
%5’i yerlebir olacak şekilde çok ağır hasar alarak yıkılmıştır.
Hasarlı binaların da %45’i kullanılamaz hale gelmiştir.
İstanbul’da meydana gelecek bir depremde Gölcük depreminin en az 5-8 katı can kaybı olacağını söylemek bir kehanet değildir. Bu da 100.000-160.000 arası insan kaybı demektir. Aslında nüfusa birebir oranlarsak bu sayılar 300.000-400.000’lere de ulaşabilmektedir.
Ne yazık ki aradan geçen 20 yılda İstanbul’da çok ciddi bir dönüşüm ya da sağlamlaştırma yapılamamış, yapılanlar da çoğunlukla rant ile sınırlı kalmış, 1nci Derecede Deprem Kuşağındaki bölgelerde ciddi bir sistem uygulanamamıştır.
Gölcük merkezli deprem ile aynı büyüklükteki bir depremi İstanbul’da yaşadığımızda karşılaştığımız tablo çok vahim olacaktır.
2000’den sonra inşa edilen binaların daha sağlam yapıldığını varsaysak bile 7,5 büyüklüğündeki bir depremde, İstanbul’daki binaların sadece %57’sinin sağlam kalabileceği tahmin edilmektedir.

İstanbul ilinin %58’inin I.ve II. Derece, %42’sinin ise III. ve IV. Derece deprem tehlikesi altında olan bölgelerde bulunduğu söylenebilir. İstanbul’daki bina sayısı 1.170.000, toplam konut sayısı 4.575.000 dir. 7,5 büyüklüğündeki bir depremde bu binaların ortalama;
%26’sının hafif,
%13’ünün orta,
%3’ünün ağır ve
%1’inin çok ağır hasar görmesi beklenmelidir.
Yani 47 000 bina çok ağır ve ağır hasar, 152.000 bina orta hasar, 305.000 bina hafif hasar görecek, sadece 666.000 bina depremi hasarsız atlatacaktır.
Ağır ve çok ağır hasarlı binaların aldıkları deprem zararı onarılamayacak boyutta olmakta, bu hasar seviyelerindeki binaların yıkılıp tekrar yapılması gereği ortaya çıkmaktadır. Öte yandan orta hasarlı binaların da onarılmak yerine yıkılıp yeniden inşası çoğunlukla daha uygun olmaktadır.
Yani deprem sonrası yaklaşık 200 000 binanın yıkılıp yeniden inşası gerekecektir. Bu da 600 000 hane sakininin sırf bu yüzden barınmasız kalması demektir.
Hafif hasarlı olanların da sağlamlık testleri yapılıncaya kadar oturulamayacağı varsayımı, her hane halkı ortalama 3 kişi hesabıyla yaklaşık 2.000.000 kişinin ilk andan itibaren barınma yerlerine ihtiyacı olduğu görülmektedir. Bu ihtiyaç sadece çadır olarak bile düşünülse 700 000 çadır demektir. Hangi alana bu kadar çadır, kim tarafından ve nasıl kurulacaktır? Hele bir de Aralık, Ocak, Şubat ayı ise.

Toplanma alanları, bir afet anında insanların güvenli bir şekilde ulaşıp temel ihtiyaçlarını karşılayabileceği mekanlar olarak tanımlanır. Bu alanların, afetzedelerin acil bir durumda temiz su, yiyecek, giyecek, barınma, temel tıbbi yardım ve psikolojik rehabilitasyon imkanlarına erişimini sağlayacak şekilde tasarlanması gerekir.
Uluslararası standartlar, toplanma alanlarının kişi başı 1,5 metrekarelik alana sahip olmasını gerektirir. Nerede İstanbul’da bu kadar alan? 3.000.000 m2 toplanma alanına ihtiyaç olacak. Üstelik içme suyu, barınma, tuvalet ihtiyacı nasıl karşılanacak bu alanlarda 2 milyon insan için? Onun için bu kadar barınma alanı bulmak yerine İstanbulluların bir deprem sonrası evlerinde yaşamaya devam edebilecekleri bir yapı stoğuna sahip olmak zorundayız.
Yapılan hesaplar İstanbul’da deprem sonrası 25 milyon ton ağırlığında enkaz ortaya çıkabileceğini göstermektedir. Bu da 1.000.000 kamyon atık demektir. Hangi kamyonlarla? Hangi açık yollardan geçerek? Hangi iş makinaları ile ve nereye dökülecektir bu kadar atık?
Toplumda deprem bilinci; insanın yaşadığı yerdeki deprem riskini tanıması ve depremden korunmak için yapılması gerekenleri bilmesi ve uygulayabilmesi olarak tarif edilebilir. Depreme karşı bilinçli olmak bu bilinci meydana getirecek doğru bilgilerle donatılmanın yanı sıra depreme karşı nerede nasıl davranılması gerektiğini belirleyecek doğru tutumlara sahip olmayı da gerektirmektedir.

Bugün İstanbul’da Inci Deprem Bölgesinde ikamet eden kime sorsanız alacağınız cevaplar üç aşağı beş yukarı aynıdır.
Bizim apartmanın altı kayalık,
Temel kazılırken hep kaya çıkmış da inşaat bilmem kaç ay uzamış,
Binanın müteahhidi (kızı, oğlu, kardeşi) burada oturuyor, sağlam olmasa hiç oturur mu?
Nasıl olsa yakında dönüşüme girer daha yeni ve büyük bir daire alırız,
Babam temel atılırken görmüş kalın demirler, tonlarca çimento dökülmüş,
Yapılırken bilmem kaç tane kazık çakılmış,
Bizim ev radye general temel ve tünel kalıp. (Ama inşa tarihi 1980 öncesi)
Depreme nerede yakalanacağın belli mi ki. (Evet belli %60-70 ihtimalle yaşadığınız evde yakalanacaksınız, hele böyle pandemi dönemlerinde %90)
Vb. gibi onlarca masal.
Bu arada binasının depreme dayanıklılık testini yaptırıp da çok kötü çıkmasına rağmen evlerinin değeri düşmesin diyerek bu raporları saklayanlar cabası?
Bu nedenle deprem bilincine sahip olmak sadece depremle ilgili temel bazı bilimsel gerçeklerin, deprem öncesi ve sonrasında nelerin yapılması gerektiği ile ilgili bazı genel kuralların ezberlenmesi demek değildir. Deprem bilinci, birey ve toplumda doğru yer ve zamanda doğru düşünme, doğru karar verme ve doğru davranış şekilleri gösterme ile netice verecek derecede depreme karşı şuurlu olmayı ifade etmektedir.
Sosyal medya, yazılı ve görsel basın aracılığı ile sürdürülen programlar; seminer, konferans ve deprem tatbikatları şeklinde verilen eğitim programları toplumda bu bilinci artırmaya yönelik olarak başvurulan yaygın öğretim yöntemlerinden bazılarıdır ama bunlar çoğunlukla deprem olduktan sonra yapılması gerekenleri içermektedir. İlgili devlet kurumları, okullar ve sivil toplum kuruluşları tarafından da çeşitli çalışmalar yürütülmektedir ama tüm bunlar yeterli midir?
1999 yılına kadar Türkiye büyük depremlerini hep doğu bölgelerinde yaşadığı için Türkiye’nin bu konudaki hassasiyeti çok bilinmiyor ya da önemsenmiyordu. Ancak 99 yılında Gölcük Merkezli meydana gelen ve İstanbul’u da neredeyse 100 kilometre uzakta olmasına rağmen Avcılar’dan Silivri’ye kadar olan bölgede yaptığı hasar biraz gözlerimizi açtı.
Aradan geçen 20 yılda İstanbul’da ciddi bir dönüşüm ya da sağlamlaştırma ne yazık ki yapılamadı. Bugün geldiğimiz durum bu nedenle oldukça vahim.

Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü ile İstanbul Büyükşehir Belediyesinin ortaklaşa yaptıkları çalışma, İstanbul için ne kadar vahim bir durum olduğunu ilçe ilçe ve tüm şehir olarak gözler önüne serdi.
Biz de gerçek verilerden hareketle, İstanbul ilinin bir ilçesinin bir mahallesini seçtik. Yaşanacak olan olası İstanbul Depremini bölgede oturan bir aile ve sizlerle birlikte yaşayarak bu defa depremden sonra değil de depremden önce neler yapılması gereği konusunda sizleri düşündürmek istedik.
Bir an önce depreme dayanıklı evlerde ve yerlerde yaşayan, bilinçli İstanbulluların oluşturduğu bir metropole kavuşabilme dileği ile…
Arsal – Mehmet ASAL
NOT: Lütfen aşağıda yer alan 20 dakikalık Videoyu izleyin. Bu konuda son derece bilgilendirici. Ben seyredinceye kadar birşeyler bildiğimi zannederdim ama seyrettikten sonra anladım ki bize doğru düzgün eğitim ve bilgilendirme yapılmıyor.
Comments