TÜRKİYE’DE VE DÜNYADA EĞİTİM
- mehmetasal
- 1 May 2022
- 6 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 27 Haz 2023
TARİH : 21 Nisan 2012
HABER : 870 bin kişi Matematikten sıfır çekti
TARİH : 09 Aralık 2016
HABER KAYNAGI : https://www.gercekmuhabir.com/egitim/ali-tastansafak-akca-yazdi-egitimde-beklenen-fiyasko-h46848.html
HABER : Eğitimde Kötü Tablo” “OECD’ de gerilerdeyiz
TARİH : 29 Kasım 2020
HABER : Yarım milyon kişi YKS’de sıfır çekti

Yüksek Öğretim Kurumları Sınavı YSK’de Temel Yeterlilik Testi TYT’ye giren adayların yüzde 24’ü fen bilimlerinde hiçbir soruya doğru yanıt veremedi. Temel Matematikte ise 399 bin aday sıfır çekti. İmam Hatipler’in durumu ise çok daha vahim.
Temel Matematik testinde 399 bin 271 aday sorulan 40 sorunun hiçbirine tek doğru cevap veremedi.
Fen Bilimleri testinde 553 bin 129 aday sorulan 20 sorunun hiçbirine tek doğru yanıt dahi veremedi.
Bu haberleri ve tabloları onlarca yıldır izliyoruz. Her 3-5 yılda bir eğitim sisteminde köklü yenilikler yapıyoruz ama ne yazık ki bir adım bile ileri gidemiyoruz.
“Yanlış teşhis konulan bir hasta doktor hangi tedaviyi uygularsa uygulasın iyileşemez.”
Türkiye’de eğitim boşuna mı veriliyor? Ne okul ne dershane (önceki dönem uygulaması) hiçbir işe yaramıyor. Millî Eğitim Bakanlığı; bilgisizliği, başarısızlığı, tembelliği affediyor. Aileler çocuğu bir Üniversite bitirsin de nasıl olursa olsun razılar. Bu yıllardır böyle devam ediyor.
400-500 bin öğrenci, matematikte sıfır alıyorsa alarm üstüne alarm vermek gerekmez mi? Bilim okuryazarlığı olmayan bir toplumun geleceğinden endişe etmemek mümkün mü?
Aslında durum çok açık. Bir adayın 3-5 matematik sorusu yapamıyor olması eğitim sisteminin iflas ettiğini gösteriyor.
Eğitim politikası bir milletin çocuklarını mutsuz ve başarısız yapıyorsa çok ciddi ilmi, bilimsel ve psikolojik araştırmalar yapılması gerekmez mi?
Öncelikle, Merkez Bankaları gibi Milli Eğitimin de hükümetlerden bağımsız hale getirilmesi gerekir ama gelin görün ki Türkiye’de Merkez Bankası bile bağımsız değil.
20 yıldan fazladır Eğitim Camiasının içinde olan, halen bir eğitim kuruluşunda danışmanlık yapan, yurt dışında birçok ülke görmüş, bazılarında uzunca süreler yaşamış bir gözlemci olarak sizlere burada her zaman duyduğunuzdan farklı bazı tespitlerimi aktaracağım.
Aslında her bir madde çok uzun araştırma gerektiren bu hususları sizlere bir analiz şeklinde değil de tam tersine bir sentez yoluyla ileteceğim.
Aşağıda yazılanların hem ebeveyn hem okul hem öğretmen hem de öğrenci olarak elbette ki istisnaları mevcuttur. İyi örnekler de vardır. Ancak ben burada çoğunluğu teşkil eden sentezleri, gözlemlerimi ve teşhisimi aktaracağım.
Bir çocuğun gelişmesinde ve öğreniminde 4 belirleyici faktör vardır;
1) Özgüven,
2) Akademik yeterlilik,
3) Fiziksel, bedensel ve kültürel gelişim,
4) İkinci bir lisanı anadile yakın konuşup yazabilmek,
Bunlara sahip olmayan bir kişinin; elinde hangi diploma olursa olsun, hangi sınavdan hangi notu alırsa alsın bir değer taşımayacağı, tam aksine bu nitelikleri taşıyan bir kişinin de hayatta başarısız olmasının söz konusu olmayacağı, özellikle okul seçerken ve eğitim tercihleri yapılırken ilk akılda tutulması gereken hususların yukarıdaki 4 maddede yattığı unutulmamalıdır.
Çocuklarımız genelde mutsuzdur. Onlara sorumluluk vermemekteyiz.
Aileler olarak onlara yeterli sorumluluk vermediğimiz gibi hata ve kusurlarını da örterek şımartmaktayız. Kızım Washington DC’de Anaokuluna gidiyordu. Henüz 3,5 yaşında idi. Bir veli-öğretmen görüşmesinde öğretmeni kızımızın evde ne gibi görev ve sorumlulukları olduğunu sorduğunda bayağı şaşırmıştık. Şaşkınlığımızı anladı ve biz sormadan devam etti. “Mesela sofraya her gün peçeteleri koyabilir, onları toplayabilir, çatal ve bıçağı o koyabilir, tuzlukları sofraya koyup kaldırabilir dedi. Ama getirmeyi unuttuğunda veya yapmadığında asla onun yerine bu işi siz yapmamalısınız, uyarıp beklemeli ve görevini aksatmadan yapmasını sağlamalısınız.”
Aileler olarak onlara iyi örnekler oluşturacak rol model anne, baba, dede, nine olamıyoruz.
Onlara çok okumalarını öğütlerken biz sürekli TV izleyebiliyoruz. Onların beğenmediğimiz davranışlarını bizler zaman zaman veya sıklıkla yapabiliyoruz.
Çocuklar oyun çağlarını ve dönemlerini yeterince uygun ortamlarda ve uygun araçlarla geçirmemektedir.
Bir kız çocuğuna 20 Barbie bebeği almanın ya da bir erkek çocuğuna uzaktan kumandalı 5 otomobil almanın faydadan ziyade zarar getirmesi gibi. Çocuklara cinsiyet, yaş ve yaratıcılıklarını geliştirici tavsiyeli oyuncaklar, yaratıcılığa teşvik ederek kendi oyuncaklarını yapmaya yöneltmek yerine anne ve babalar olarak çocukluğumuzda arzu edip de elde edemediğimiz oyuncakları almak veya daha kolaya kaçmak gibi hatalar yapmaktayız. Oysa kendi uçurtmasını yapmayı beceren bir çocuğun tasarı geometri ve yaratıcılığının gelişeceği açıktır.
Yardımcı olmakla sorumluluğu tamamen üzerimize almayı karıştırmaktayız.
Birçok ebeveyn çocuğa yardımcı olmakla onun sorumluluğunu tamamen üzerine almayı karıştırabilmektedir. Çocuğun ödevinin tamamının yapılması ya da son yıllarda üzülerek şahit olduğumuz ödev projesinin başkasına yaptırılıp öğretmen yanıltılmaya ve yüksek not alınmaya çalışılırken aslında çocuğa basite, kopyaya ve hırsızlığa alıştırmayı öğretmek, teşvik etmek ve bu yolla da aslında dürüst olmayan anne-baba görüntüsü vermek gibi. Oysa çocuğumuz yapmadığı bir ödevin ya da projenin sorumluluk ve mahcubiyetini taşıyarak olgunlaşacak iken buna engel olmaktayız.
İstisnalar dışında okullarımız ve sosyal yaşam alanları ile spor ve kültürel alanları yeterli ve cezbedici değildir.
Parklarımız, okul bahçelerimiz ve spor alanlarımız son derece yetersizdir. Zaten çok kısa teneffüs araları, blok dersler, evlere uzak mesafedeki okul seçimleri ile onların oyun, spor ve kültürel aktivite saatlerini çalmaktayız.
Okullar standart fiziksel ve öğrenim olanaklarına sahip değildir.
Bu da velileri evlerinden çok uzakta da olsa başka okul arayışına itmekte, böylece çocuklarımız her gün yollarda ve servis araçlarında saatlerce vakit kaybetmektedir.
Eğitim sistemi ve müfredat ezbere dayalıdır. Sınav sistemi de bunu teşvik etmektedir.
Eğitim müfredatı çok yoğun ve tamamen ezbere dayalıdır. Ödevler yaratıcılıktan uzak, KES-BİÇ-YAPIŞTIR şeklinde yapıldığından gelişimi ve öğrenmeyi teşvik etmemektedir. Ders saatlerinin yoğunluğu; ders dışı spor, sanat, kültür aktivitelerine zaman tanımadığı gibi o zamanı bulan çocuklar da her boş zamanı sistemin zorlaması nedeniyle SORU-CEVAP çözmeye ve EZBERLEMEYE harcamaktadır. Hiç unutmam. Geometri dersinde öğretmenimiz; “2 noktadan bir doğru ancak 3 noktadan daima bir düzlem geçer” dediğinde önce bana hiçbir şey ifade etmemişti. Ardından devam etti. Bir arabanın tekerleğinin düzleminin yere dik olması gerekir. Bu nedenle de en az 3 bijon vidası ile bunu sağlayabiliriz. Bakın ….. Marka araçlar. Bu örneği 12 yaşında duymuştum. Bugün 67 yaşındayım ve hiç unutmadım.
Meslek Yüksek Okulları özendirilmeli ve teşvik edilmelidir.
Veliler “çocuğum mutlaka üniversite bitirmeli” saplantısından kurtulmalı, bazı işlerin yapımında ve özellikle inşaat ve bilişim sektöründe meslek yüksek okulu mezunu kullanımı mecburiyeti getirilmelidir. Asıl olan insanın sevebileceği, onu geçindirecek bir meslek sahibi olmak iken işsiz milyonlarca üniversite mezunu sahibi olmanın özenilecek yanı var mıdır?
Çocuklar sadece sınav odaklı olmaya teşvik edilmektedir.
Yukarıdaki madde de belirtildiği üzere hem kalite hem de dağılım olarak eğitim kurumlarının birbirinden farklı oluşu, alınan eğitim seviyesini doğrudan etkilediği gibi mezun olunacak okulun adını da birinci plana aldığından hem veli hem de öğrenci eğitimin kalitesi ve yeterli öğrenme ve hayata hazır olma yerine, mezun olduğu okulun adına dayalı sahte bir maskenin arkasına gizlenmektedir. Ayrıca toplumda öğrenci başarısı tamamen sınav odaklıdır. Öğrenciler hayata hazırlanmamakta sadece ebeveynlerinin ismiyle övünecekleri bir meslek sahibi olmaya adeta yarış atı gibi sürüklenmektedir. Çocuğun istek ve tercihleri, ilgi alanları, kişisel ve bedensel gelişim ihtiyaçları dikkate alınmamakta, sportif, sanatsal ve kültürel yetenek ve başarıları önemsenip teşvik edilmemekte, varsa yoksa sınav sonuçlarına odaklanılmaktadır.
Dinsel ve toplumsal taassup ve cinsiyet ayrımcılığı özellikle 12-18 yaş gurubunu çok fazla olumsuz etkileyebilmektedir.
Bazı okulların ve dersliklerin kız-erkek ayrımı, bazen aynı okul ve sınıf içerisinde bile bilinçsizce birbirinden uzaklaştırılması, iki ayrı cinsin “belli sınırlar içinde” birbirini en iyi tanıması ve kaynaşması gereken dönemde bunu engellemekte, başarıyı azaltmakta ve uzun vadede de binlerce mutsuz ve yanlış evlilikler yapılmasına yol açabilmektedir.
Ağaca tırmanmak isteyen bir kız çocuğuna kimse “Aman çıkma düşersin!” dememeli, öfkeden ya da acısından göz yaşlarına boğulan bir erkek çocuğuna da kimse “erkekler ağlamaz” cümlesini kullanmamalıdır.
Öğretmenler genelde mutsuz, tatminsizdir. Mesleki gelişme programları yetersizdir ve öğretmenlik özde asal bir meslek olarak içselleştirilmemiştir.
Mutsuz ve yetersiz bir öğretmenin iyi bir öğrenci yetiştirmesini beklemek hayalperestlikten öte bir şey değildir. Böyle olunca da öğretmen son dersten çıkar çıkmaz okulda kalmak istememekte, öğretmenini arayan öğrenciye cevap verememektedir. Toplumdaki genel algı hala öğretmenliğin bayanlar için ideal bir meslek olduğu fikrine sahiptir. Böylece geleneksel kadın rolü mesleki yaşamla da bağdaşmakta, çalışan kadın aynı zamanda evini ihmal etmemektedir. Oysa çok profesyonel bir çıtada ifa edilmek durumunda olan öğretmenlik; ülkemizde uzun tatil zamanlarına sahip öğretmenlerin aşırı atıl alışkanlıklarına terkedilmiş ve eğitim biliminin yeni anlayışlarından uzak eski ezberci geleneksel eğitim yöntemini savunan hantal bir yarı zamanlı meşgaleye dönüşmüştür.
Tüm bu hususlar çocukların okula gitme arzularını kırmaktadır. Okulundan mutlu, okulunu seven çocuk yok denecek kadar azdır.
Bu olumsuz şartlar altında hangi çocuk isteyerek ve severek okula gider ki? Sevmeden, istemeden yapılan işin öğretici ve kalıcı olma olasılığı yoktur.
İdeal Eğitim sisteminin; farklılıklara saygı duyarak, din, dil, ırk, cinsiyet ayrımı gözetmeksizin özgür bireyler yetiştirmeyi amaçladığını fakat uygulamada bunun böyle olmadığını biliyoruz.
Eğitim sisteminin; çok konulu, çok kapsamlı değil, temel bilinmesi gerekli konu ve bilgilere dayalı, daha basit ama daha akılda kalıcı, sadece akademik değil diğer alanlarda da çocukları geliştirici, yeteneklerini ortaya çıkarabilecek şekilde sıfırdan başlayarak düzenlenmesi, eğitim ortamlarının kalite ve sayısal olarak arttırılması, LGS, YSK gibi sınavları tamamen ortadan kaldırıcı hale getirilmesi zorunludur.
Çağdaş, Özerk, siyasetin ve dinin gölgesinden uzak, liberal, akıl ve bilime dayalı, yukarıdaki hata ve aksaklıklardan kurtarılmış bir eğitim ile 80 milyonluk Türkiye’nin, G-20 değil, dünyanın en saygın ilk 5 ülke arasına girmesi çok olasıdır.
Çünkü gerekli potansiyel hem bu milletin genlerinde hem de sahip olduğu coğrafyanın dikte ettiği jeostratejik ve jeopolitik konumun içerisinde mevcuttur. Milletimizin yürümekte olduğu ilerleme ve uygarlık yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale pozitif bilim olmalı, bir an önce öğretmenlik mesleğinin profesyonel çıtası oluşturulmalı, saygın mesleki kimlik özde kazandırılmalı, eğiticinin eğitimi en önemli planlamalarımızdan biri olmalıdır. Okulların bünyesinde ebeveyn yetiştirme programları oluşturulmalı ve ebeveynlerin bu programa devam etmeleri zorunlu kılınmalıdır.
Comments