top of page

Kıta Sahanlığı ve Ege Denizi...

Güncelleme tarihi: 27 Haz 2023

YAZAN: Dz. Kd. Yzb. Mehmet ASAL

Bu makale 1983 yılında yazılmıştır.



Bu günkü uluslararası hukuk Egemen devletlerin ortaya çıktığı "XV özellikle XVI" Yüzyılların ürünüdür ve pek eski değildir ancak daha eski çağlarda da o zamanki siyasal topluluklar arasındaki ilişkileri az çok düzenleyen hukuk kurulları vardır.


Devletin ülkesi, devlet yetkilerinin değerlendirilmesinde milletler arası hukukun başlıca hareket noktası olup coğrafi bakımdan üç kısımdan meydana gelir.

Kara ülkesi, deniz ülkesi ve hava ülkesi bir devletin kara suları ve kıyı sularındaki hükümranlık hakkını doğurur. Buna bitişik olarak ta, milletler arası ilişkileri en çok etkileyen ve vazgeçilmeyecek menfaatlerin bulunduğu açık denizler gelmektedir.


Açık deniz, bir devletin karasuları, ya da iç suları olmayan deniz alanlarıdır. Açık denizlerin hukuksal rejimi özgürlüktür. Açık deniz, hiçbir devletin egemenliği altında değildir.

Ekonomik gelişmeler ve bu gelişmelerin sağladığı yeni olanaklar Açık denizlerin karaya (Yakın) olan kesimlerinde kıyı devleti yararına olmak üzere, bazı noktalarda Açık denizler rejiminden sapan, istisnai hukuki rejimlerin kabul edilmesine yol açmıştır.


1958 Tarihli Cenevre Konvansiyonlarında ifadesini bulan bu istisnai rejimler, iki tanedir.


Bitişik bölge ve kıta sahanlığı.

Üçüncü deniz hukuku konferansı, bu istisnai hukuki rejimlere ekonomik bölge kavramının katılması sonuncunu doğurmuştur.


Özellikle II. Dünya Savaşından sonra ortaya çıkan KITA SAHANLIĞI (Continental Shelf, Plateau Continental) kavramı, coğrafyacılar tarafından eskiden de bilinmekteydi.


Deniz dibi, kıyıdan başlayarak, Açık denize doğru giderken, genellikle 200 metre, ya da 100 kulaç derinliğe indikten sonra, birden keskin bir yamaç biçimini alarak büyük derinliklere doğru uzanır. Kıyı çizgisi ile bu yamacın başladığı yer arasında kalan deniz tabanı ve bunun toprak altı, kıta sahanlığını oluşturmaktadır.


Kıta sahanlığının uluslararası politika sorunu olması nedenleri, bu sahanlıkta maden yumrularının sahanlığın toprak altında da petrol ve doğal gaz yataklarının bulunması ve bunların işletilmeye başlanmasıdır.


Hukuki bir kavram olarak ilk kez tanımı, 1958 tarihli Cenevre kıta sahanlığı konvansiyonun da yapılmıştır. Ancak teknolojik gelişmeler anlaşmanın, akdinden, kısa bir süre sonra bu tanımın yetersiz kalmasına sebep olmuştur. Çünkü deniz hukuku konferansında yeniden yoğun tartışmalara yol açan bu konuda iki kriter ön görülmüştür.



200 metre derinlik kriteri ve doğal kaynakların işletilmesi olanağının bulunduğu derinlik kriteri.

Kıta sahanlığı, jeolojik bakamdan, genellikle 200 metre derinlikte son bulur. Doğal kaynakların işletilmesi olanağının bulunduğu derinlik ise, teknolojik gelişmeler nedeniyle değişebilecek olan bir derinliktir. Bu iki kriterin birlikte kabulü ve bu nedenle, Kavramın coğrafi ve jeolojik anlamından sapılması, tartışmasız olmamıştır. Bu çözüm, bir yandan, geniş bir kıta sahanlığı bölgesi bulunmayan, deniz dibinin birdenbire büyük derinlikler ulaştığı kıyılara sahip devletlerle doğal olarak böyle bir bölgeye sahip olmayan devletler arasında eşitlik sağlanması için kabul edilmiştir.


EGE Denizi Kuzey-güney doğrultusundaki uzunluğu 325 deniz mili, doğu-batı doğrultusundaki genişliği 162 deniz milinden fazla olan bir denizdir. Kıyıları çok girintili çıkıntılıdır. Bu girinti çıkıntılardan denize giren nehir ve ırmaklar denizi doldurmuş ve çok eskilerde liman oldukları anlaşılan bazı şehirler, bugün içerlerde kalmıştır.


Küçük ve Büyük Menderes, Gediz, Bakırçayı, Meriç girişleri böyledir. Bu girinti çıkıntılar, yeni jeolojik devirlerde oluşan çöküntülerden İleri gelmektedir. Denizdeki bu oluşum nedeniyle ve Türkiye sahillerinden denize irili ufaklı 8-10 nehir ve ırmağın girmesi ile deniz altı uzantısı Fiziksel olarak kıtaya bağlı bir şekilde oluşmuştur. Yine nehirlerin denize bu girişleri, EGE Denizindeki deniz altı canlı ve cansız doğal zenginliklerinin, genel bir görünümle sahillere yakın, yani karasuları içinde teşekkül etmesi sonucunu doğurmuştur. Deniz altı madensel zenginlikleri de ayni şekilde oluşmuştur.


Yunanistan’ın elinde bulunan adaların büyük parçalar halinde ve kıyılarımıza çok yakan bulunuşları jeolojik ve jeofizik denemeler sonucu bunların ülkemizin ayrılmış parçaları olduğunu kesinlikli ortaya koymaktadır. Denizin dip sahanlığının doğudan, yani Anadolu kıyılarından batıya doğru 200 metre ve daha az derinlikte uzun mesafelerce devam ederek Yunan yarımadası önlerinde derinleşmesi şeklindeki jeolojik yapı, sahanlığın Anadolu yarımadasının uzantısı olduğunu bilimsel açıdan kanıtlamaktadır.


Yunanistan yarımadasında doğuya doğru deniz, hemen derinleşmektedir. Bu jeolojik yapı gösteriyor ki doğal uzantı Anadolu yarımadasına bağlı bir uzantıdır. Bu itibarla memleketimiz bakımından hem derinlik kriteri ve hem de doğal uzantı jeolojik yapının sonucu olarak ister birlikte ister ayrı ayrı değerlendirmeye tabi tutulsun, fark etmeyecektir.

Her iki kriterde lehimizdedir.


Kıtâ sahanlığı, zaruri olarak bu doğal uzantı içindedir.


Bu kriter Ege Denizine uygulandığı taktirde, Anadolu yarımadasının sahanlığı Yunan yarımadası önlerine kadar gitmektedir. Aradaki adaların kıta sahanlığı teşkil edecek kadar doğal uzantı verdikleri bilimsel açıdan kabul edilmez. Dolayısıyla adaların da kıta sahanlığı olduğu ve bu adalara CENEVRE anlaşması uygulanması gerektiği iddiası ile EGE Denizinde Yunanistan’ın bir monopol teşkil etmesi ve Türkiye’nin EGE Denizi kıta sahanlığında deniz yatağı ve deniz dibi, içi araştırmaları yaparak, bu yerlerdeki doğal, canlı, cansız kaynakları, petrol ve maden yataklarını işletmesine engel olunması, Türk devlet ve milletinin asla kabul edemeyeceği bir girişimdir.


Uluslararası temaslar konuya yaklaşımlar getirmiştir. Kıta sahanlığının bulunduğu denizin kıyı verdiği devletlerin başvuracağı en uygun yol, karşılıklı anlaşma yoludur.

Türk ve Yunan devletleri bu denizden aynı ölçüde 'İstifade ettikleri taktirde, daha güçlü ve daha rahat bir yaşantı düzeyine ulaşabilirler. Bunu yapacaklara yerde, her gün anlaşmazlık çıkmasına yol açan girişimlerde bulunmaları, silahlanma yarışına çıkmaları hem bu denizin nimetlerinden yararlanamamalarına neden olur ve hem de gereği olmadan korkunç masraflara katlanmış, bölgeyi ve her iki ulusu sürekli bir şekildi soğuk ve sinirli bir savaş halinde tutmuş olurlar.


Oysa bütün eylemi ve tutumu itibarı ile YUNANİSTAN, böyle bir anlaşma düzeyi yaratmak temayülü göstermemiş, aksine onların kıta sahanlığı iddiası, kara sularını 12 mile çıkarmak teşebbüsleri hep TÜRKİYE'yi karşısına alacak şekilde ve o maksat istikametinde olmuştur. Bunun her iki ülkeye de yarar değil zarar getireceği aşikardır. Ancak bu zararın çoğunluk itibarı ile Yunanistan’a ait olacağı hususu da kuşkusuzdur. Her ne kadar Cenevre’de adaların kıta sahanlığı olduğu yolunda, İngiliz delegasyonunun ağırlığını koyması sonucu bir prensip kabul edilmiş ise de bu bütün denizlerdeki her tür ve doğrultudaki adalara uygulanabilen bir kural olamaz.


EGE denizinde yüzlerce adanın bulunması ve özellikle Anadolu kıyılarına çok yakın olan adaların Yunanistan’a bırakılmış oluşu, Türkiye’nin CENEVRE anlaşmasını imza etmemiş bulunması gibi nedenlerle adaların kıta sahanlığı olduğu yolundaki Kural, uygulama sahası ve etkisi bulunmayan bir kural olarak kalmaya mahkumdur.


Hal böyle olunca, TÜRKİYE, EGE Denizinde hiç olmazsa şimdilik derinlik kuralına göre petrol araştırması yapacak, canlı ve cansız kaynakları arayıp bulmaya ve işletmeye teşebbüs edecektir.


Denizlerin kıta sahanlıklarında yapılan araştırma ve incelemeler sonucu zengin, maden, petrol ve canlı kaynakların bulunduğu saptanmıştır.


Yunanistan, TAŞOZ adası açıklarında petrol bulmuş ve diğer kesimlerde araştırmaya başlamıştır.


TÜRK hükümeti, 1973 yılında, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığına EGE denizindeki petrol arama imtiyazı vermiştir. YUNANİSTAN buna itiraz ederek EGE denizindeki YUNAN egemenliğinde bulunan adaların kıta sahanlığı bulunduğunu, Türkiye’nin bu kesimlerde araştırma yapamayacağını ileri sürmüştür. YUNANİSTAN' ın bu tutumuna rağmen TÜRK hükümeti iç hukuk bakımından, 1973 yılından beri kıta sahanlığında yapılacak araştırma ve incelemelere esas teşkil edecek yasal çalışmalarını sürdürmüş, 16 Mart 1954 tarih ve 6326 sayılı petrol kanununda birçok değişmeler yapmak suretiyle TÜRKİYE topraklarını teşkil eden arazi tanımlanmış, bu arazide yerden ve havadan yapılacak topografik, jeolojik, jeoşimik ve benzeri sondaj ve arama şekilleri belirtilmiştir.


Türk Hükümeti, deniz dibinde sismik araştırmalar yapmak üzere gerekli her türlü modern aygıtlarla donatılmış MTA SİSMİK 1 (HORA) gemisine 13 Temmuz 1976 günü EGE denizine açılması ve orada gerekli sismik araştırmalar yapması görevini vermiştir. İşte bu olay, YUNANİSTAN' ı hızla harekete geçirmiş ve konuyu uluslararası bir sorun haline getirmek üzere haklı, haksız girişimlerde ve ithamlarda bulunmaya sevk etmiştir.


YUNANİSTAN, bir yandan TÜRK hükümetine notalar yağdırmış, bir yandan da Uluslararası Adalet Divanına ve Birleşmiş Milletler Güvenlik konseyine başvurmuştur. 1958 CENEVRE anlaşmasını imzalaması ve bu anlaşmanın adalara kıta sahanlığı tanıması nedeniyle, EGE denizindeki kıta sahanlığının tamamen kendisine ait olduğunu ve Türkiye’nin burada hiç işlem yapamayacağını İddia etmiştir.


YUNANİSTAN, Sismik 1’in kıta sahanlığına sahip ve YUNAN egemenliğinde bulunan adaların Türkiye’ye göre arka taraflarında, yani batısında araştırma yaptığını, bu kesimlerin Yunanistan’a ait kıta sahanlığı olduğunu iddia etmiştir,


Oysa EGE Denizi özellikleri bulunan bir denizdir. Bu denizdeki kıta sahanlığı sorunu, 1958 CENEVRE anlaşmasında yer alan bir madde ile halledilmesi iki devletin, bu denizdeki kıta sahanlığını karşılıklı anlaşma, hak ve nısfet ilkelerine uygun olarak, her iki devletin karşılıklı ihtiyaçları ve çıkarları birlikte değerlendirilmek suretiyle saptanabilir.


Her ne kadar 1958 CENEVRE anlaşmasının 8. inci maddesinin üçüncü fıkrasında, kıta sahanlıklarının saptanması için, herhangi bir Özel tebliğ ya da fiili işgal zorunluğu bulunmadığı ifade edilmiş ise de bu keyfiyet kıyısal devletin denizleri kendi egemenliği altına alabilecek şekilde tam anlamı ile keyfi tasarruflarda bulunabileceğinin kabulü demek de değildir.

Özellikle EGE denizi gibi jeolojik, jeofizik, coğrafi, stratejik pek çok ayrıntıların bir arada değerlendirilmesi gereken bir bölgede TÜRKİYE ya da Yunanistan’ın tek yan ve yönlü olarak kıta sahanlığı iddiasında bulunmaları hukuki ve politik dayanaktan yoksun bir iddia olmaktan ileri gidemez. Esasen bu gibi durumlara mahal verilmemesi için ayni anlaşmanın 6 inci maddesinde bazı prensiplere yer verilmiştir. Bu madde kıyısal devletlere bazı alternatiflere baş vurma esnekliği önermektedir.

  1. Kıyısal devletlerin kendi aralarında anlaşarak sahanlığı sınırlandırmaları CENEVRE anlaşmasının ilk koşuludur. Normal, mantıklı ve kestirme yol budur.

  2. Anlaşma bulunmayan ya da sağlanamayan hallerde, sahanlığın saptanmasında, denizin, kıyıların, denizdeki ada ya da adalar topluluğunun özellikleri göz önüne alınmalıdır. Bu uyulması zorunlu bir koşuldur.

  3. Sahanlık sınırlandırılırken tüm hatlar belli bir tarihte mevcut olan haritalarla, coğrafi cisimlere göre çizilmeli ve kıyılarda, ya da iç kısımlarda bulunan sabit, sürekli ve belirli noktalara göre referanslar verilmelidir.

Sanki Yunanistan bu ilkelerde gösterilen yolu izlemiş, belirtilen koşulları yerine getirmiş ve Türkiye’de bunlara aykırı tutumlar içinde bulunmuş gibi 1958 Antlaşmasının adaların da Kıt ’a sahanlığı olduğunu ifade eden 1.nci maddesinin 2.nci fıkrasına tutunmaya çalışmıştır. Oysa bu ikinci fıkra halen tartışmalı olan ve uygulamada ne ölçüde etkili olacağı kesin ölçüde saptanmamış bulunan bir maddenin ona benzer nitelikteki bir fıkrasıdır,


Yunanistan aynı anlaşmanın 6.ncı maddesi hükümlerine aykırı tutum içine girmiştir. Hal böyle olunca Yunanistan, anlaşmanın kendi menfaatine olduğunu değerlendirdiği bir maddesini, onu imza bile etmemiş olan TÜRKİYE hakkında istemekle tam bir çelişki içine girmiştir.

Türkiye’nin ege denizinin üstünde, içinde veya dip altında bulunan canlı, cansız kaynakları işletmesi, onları kendi ulusunun ve dolayısıyla insanlığın istifadesine sunması en tartışılmaz hakkıdır. Bu sadece ekonomik ve teknik nedenlerden ötürü değil, aynı zamanda askeri, stratejik, siyasi ve coğrafi nedenlerden ötürü de böyle olması zorunlu bir sonuçtur.


FAYDALANILAN KAYNAKLAR

Seha L. MERAY, Uluslararası Hukuk ve örgütler, Ankara 1974

Sevin TOLUNER, Milletlerarası Hukuk Dersleri, İstanbul,1979

M. Zeki AKIN, Karasuları, iç sular, Gemilerin bu sulardaki rejimi ve kıta sahanlığı, Ankara,1978

Comments


© 2023 by TheHours. Proudly created with Wix.com

© 2023 by TheHours. Proudly created with Wix.com

© 2023 by TheHours. Proudly created with Wix.com

© 2023 by TheHours. Proudly created with Wix.com

© 2023 by TheHours. Proudly created with Wix.com

© 2023 by TheHours. Proudly created with Wix.com

bottom of page