top of page

Ortadoğu Özet Değerlendirme.

YAZAN : Mehmet ASAL 31 Mart 2011



Ortadoğu bölgesi sadece bugün için değil tarihten gelen büyük bir öneme sahiptir. Özellikle Akşabat, Tahran ve Tebriz yolu üzerinden Anadolu’ya bağlanan İpek Yolu ve biraz daha kuzeyden Karadeniz’e kadar ulaşan Baharat Yolu nedeniyle ticaretin başladığı dönemden beri bu topraklar çok önemlidir ve hep mücadelelere sahne olmuştur. Tıpkı bugün gibi. Petrol ve doğal gaz da bu coğrafya ve artıların tuzu biberi olmuştur. Ama bundan daha önemlisi, taşıdığı su potansiyeli nedeniyle, Fırat ve Dicle Irmaklarının çıkış bölgesine sahip olan ülkeye büyük bir Jeopolitik avantaj sağlamasıdır. Yani bölgenin önemi, yeni ve sadece petrole, doğal gaza ve yeraltı zenginliklerine dayanan bir husus değildir. Kızıldeniz ve Basra Körfezine, dolayısıyla Hint Okyanusuna çıkıştan bahsetmeyi abes buluyorum.


ABD eski başkanlarından Truman bir konuşmasında, Orta Doğu’nun dünya üzerinde ne kadar önemli bir yere sahip olduğunu ifade ederken şunları söylemiştir:

“Gözlerimizi Yakın ve Orta Doğu’ya çevirdiğimizde vahim meseleler arz eden bir bölge ile karşılaşıyoruz. Bu bölgede geniş tabii kaynaklar vardır. En işlek kara, hava, deniz yolları buradan geçmektedir. Bu bakımdan bölgenin büyük iktisadi ve stratejik önemi vardır. Fakat bu bölgedeki ülkelerin hiç birisi ne yalnız ne de birlikte kendilerine yöneltilecek bir tecavüze karşı koyabilecek kadar güçlüdür.” Başkanın bu sözlerinden de anlaşılacağı gibi, bölgenin dünya dengeleri açısından ne kadar büyük bir önem arz ettiği Amerika Birleşik Devletleri tarafından hiçbir zaman göz ardı edilmemektedir. Zaten Eisenhower Doktrini’ne göre de, ne Amerika Birleşik Devletleri’nin ne de Rusya’nın Orta Doğu stratejileri, genel stratejilerinden farklı düşünülemez.


Irak bir bataklık mıdır? Kesinlikle değildir. Şu anda Türkiye’nin en büyük sorunu mevcut Irak - Türkiye sınırının coğrafi gerçeklerle uyuşmamasıdır. Askeri Stratejide, hâkim coğrafyayı ele geçirmek ve tutmak önemlidir. . Orada yaşayan Türkmen unsurlarla koordineli ve istihbaratı güçlü operasyonla Türkiye bölgede söz sahibi olabilir. Nedense kimse tarihi gerçeklere değinmek istemiyor. Musul ve Kerkük statüsünün değiştirilmemesi şartıyla Irak’a devredilmiştir. Bundan 30 sene kadar önce İngiltere’nin Fakland adalarına yaptığı harekâtın da aslında İngiltere yönünden itibardan başka bir kazancı yoktu. Hatta İngilizler, Arjantin bombalarının tapa problemi nedeniyle büyük bir hezimetten kıl payıyla kurtuldu. Ama İngiltere milyar sterlinler dökerek bu harekâtı yaptı ve sonucunda İngiliz bayrağı halen Falkland adalarında dalgalanıyor.


O gün hiçbir İngiliz gazetesi ve yazarı bu harekâta karşı çıkmamıştı. Aynısını bir de bizde düşünün. Aman Allahım. Sözde aydınlarımız, Ertuğrul Özkökler, Oktay Ekşiler, Hasan Cemaller, Cüneyt Ülseverler, Ahmet Altanlar, Nazlı Ilıcaklar ve mahdumları, Cengiz Çandarlar ve daha nice nice TÜRK AYDINI? Bunu engellemek için neler yapmaz bir düşünün.


Başbakan’ın Terörist sayılarına ilişkin verdiği yanıltıcı rakamlar ve sonunda da Irak’ta ne işimiz vara getirdiği sözler, ne yazık ki artık ne kadar yırtınsak ta, onlarca değil yüzlerce şehit gelse de bizi Irak içine yapacağımız bir harekatta TAMAMEN YALNIZ KALMAYA MAHKUM EDECEK TARİHİN EN TALİHSİZ SÖZLERİ dir.


Kıbrıs barış harekâtı da adaya bir çözüm getirmemiş ama yapılmıştır. Falkland Savaşı da. Ülkeler de insanlar gibi sadece çıkarları için değil onurları için de yaşarlar.

Ahmet Altan isimli bir kişi hala bu ülkede yazabiliyor ve yazıları yüz binlerce kişiye ulaşabiliyorsa, hata onda değil bizlerdedir. Bununla onun gibi kişilerin iş bulabilmesini, yazı yazabilmesini, kitap basıp ta satabilmesini kastediyorum.


Maalesef ama maalesef, hem Güneydoğu ve Kuzey Irak hem de Tüm Türkiye, Yönetimi Türklere bırakılamayacak kadar önemli bölgelerdir. Ah bunu bir de biz anlayabilsek…

Ne yazık ki acınacak bir hale düştük. Dış düşmana gerek bile yok. Başta Başbakan ve hükümet olmak üzere, arkalarında Aydın Doğan ve Mütareke Basınından beter ve her şeyden önemlisi bilmediği hiçbir konu olmadığını sanan “herşeyi bilen” basın oldukça halimiz harap.

Bugün Türkiye’nin yapması gereken tek şey, İran ile geliştirilecek askeri bir ittifak ve ekonomik işbirliği olmalıydı. Bu bizi Avrasya’nın en büyük gücü haline getirebilirdi. Nitekim ABD Başkanı eski başdanışmanlarından Polonya asıllı Brejinski, Büyük Satranç Tahtası (Great Chess Board) isimli 1996 tarihli kitabında bu birleşmenin yaratacağı büyük güç merkezine ve sinerjiye dikkat çekerek, ABD’nin bölgedeki korkulu rüyasının bu birleşme olması gerektiğine dikkat çekiyor.


Sizi biraz tarihe götürmek istiyorum, 1924 yılında halifeliğin kaldırılmasından sonra, diğer pek çok İslâm ülkesi gibi, İran da Türkiye'ye karşı ilişkilerini askıya alarak kınamıştı. Bunun yanı sıra Musul uyuşmazlığı sırasında Türk- İran sınır bölgesinde yaşayan bazı aşiretlerin baskınlar yapmaları, iki ülke arasında ilişkileri iyice germişti.


Bu ve benzerdi anlaşmazlıkların çözümüne yönelik ilk gayretler 1926 yılında gerçekleşti ve her iki ülke sınır meselesini çözümleyen bir anlaşmanın altına imzalarını attı. Daha sonra 1935'te Türkiye, İran ve Irak Dışişleri Bakanlarınca Cenevre'de üçlü bir anlaşma parafe edildi. İran ile Irak arasında Şattülarab uyuşmazlığının patlak vermesinin ardından, iki senelik bir gecikme ile 1937'de, Tahran'daki Sadabat Sarayı'nda dörtlü bir pakt imzalandı. Paktı imzalayanlar arasında Afganistan da vardı. ABD'nin yoğun gayretleri neticesinde, Sovyetler Birliği'nin güneyinde bir güvenlik kordonu kurulması amacıyla 1955 tarihinde Türkiye ile Irak arasında Bağdat'ta bir antlaşma imzalandı.


Bağdat Paktı, üye ülkeler arasında güvenlik ve savunma için işbirliği yapılmasını, birbirlerinin iç işlerine karışılmamasını, Paktla bağdaşmayacak uluslararası taahhüt altına girilmemesini öngörüyordu. İran bu Pakta aynı yıl katıldı. Bu Pakt çerçevesinde kurulan ikili ilişkiler sonraki yıllarda da devam etti. Ta ki şahlık rejimi yıkılıp ta şimdiki rejim gelinceye kadar. Oysa İran’ın rejimiyle ilgileneceğimize ve onunla ilişkilerimizi soğutacağımıza belli bir sıcaklık ve menfaat ortaklığında koruyabilseydik, bugün ne ABD bölgede olurdu ne de Barzani ve Talabani böylesine horozluk edebilirdi.


Ama bizler boş Türban gündemleri ve İran’dan her nasıl gelecekse bilemediğimiz Teokratik Rejim ihracı ile ilgili senaryolarla ve tehditlerle o kadar korkutulmaktayız ki, ABD nin korkmasına gerek bile kalmadan bu alternatif zaten ortadan kalkmış bulunuyor. Şu anda sizin de bu İran nereden çıktı der gibi dediğinizi duyuyorum.


Her ikisinin de halkı Müslüman ama biri Şii diğeri Sünni çoğunlukta olan, 300 yıldan fazladır aralarında husumet ve çatışma olmamış, biri dünyanın en büyük konvansiyonel gücüne sahip ülke ile diğeri Nükleer Güce sahip ve bölgesel menfaatleri ortak, paylaşabilecek yeteri kadar coğrafya ve alana sahip bu 2 ülkenin askeri ve ekonomik ittifakının ortaya çıkaracağı gücü bir düşünün. Tabii ben bu günü kastetmiyorum. Bu ittifak 11 Eylül saldırılarını takip eden dönemde hemen yapılabilirdi. Şimdi yapılması ise zamansız olur. Ama uygun koşullar oluştuğunda gecikilmeksizin bu işbirliği değerlendirilmeli.


Ama nerede o vizyon. Diplomatik çözüm için, askeri alanda güçlü olmak gerekir. Ama sadece askeri güç de yetmez. Diplomasi de önemlidir. Yani Askeri Güç mutlaka gerekir, arkasında siyasi güç ile beraber. Sadece diplomasi ile ise yalnız kendimizi kandırırız.

Bu konularda sayfalarca yazabiliriz ama başınızı ağrıtmak istemem.


Zaten en büyük askeri uzman ve stratejist, büyük diplomat her şeyi en iyi bilen üstatlarımız, Ertuğrul Özkökler, Oktay Ekşiler, Hasan Cemaller, Cüneyt Ülseverler, Ahmet Altanlar, Nazlı Ilıcaklar ve mahdumları, Cengiz Çandarlar oldukça bu ülkede gerçek uzman ve stratejistlere ne ihtiyaç olur ki…

Esen kalınız.

Comentarios


© 2023 by TheHours. Proudly created with Wix.com

© 2023 by TheHours. Proudly created with Wix.com

© 2023 by TheHours. Proudly created with Wix.com

© 2023 by TheHours. Proudly created with Wix.com

© 2023 by TheHours. Proudly created with Wix.com

© 2023 by TheHours. Proudly created with Wix.com

bottom of page